Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana

Start from the beginning
                                    

Başını uzandığı yerden hafifçe kaldı. "Biraz daha açıklayıcı ol arsız ölümlü," diye fısıldadı. Sanırım en çok da benim istemediğimi bildiği için düşüncelerimden uzak durmasını seviyordum. İsteseydi neyi kastettiğimi kolaylıkla anlayabilirdi ama bana kendi düşüncelerimi açıklamam için her zaman fırsat veriyordu.

Parmağım pazısının üzerine geldiğinde durdum. "Ruhun tek parçayken nasıl ışıldadığını merak ediyorum."

Kulağımın altındaki göğsü hareketsiz kalırken onun nefesini tuttuğunu anladım. "Işıldamak sanırım bir erkek için en uygun kelime," dese de yine de sözlerinin aksine sesinde şakadan bir iz yoktu. "Hatırlamıyorum," dedi bir nefeste. "Üzerinden fazla uzun zaman geçti."

Üzerinde hareketlendim, ellerimi göğsüne dayayarak ona baktım. "Yalan söylüyorsun," dedim tek kaşımı ona inanmadığımı belli ederek havaya kaldırırken. "Senin için fazla uzun zaman değil."

Dudaklarını birbirine bastırdı, gece karası gözleri hafifçe parıldadı. "Sen yokken geçirdiğim yılların her biri asırlara bedeldi." Elinin tersiyle suratımı sevdiğinde elimde olmadan bir kedi gibi suratımı dokunuşuna kaptırdım. "Üzerinden fazla uzun zaman geçti Mara."

Başımı eğip göğsündeki ellerimin üzerine koydum, Rae'nin eli aşağı inip çıplak sırtımı okşadı. Pencerelerden içeri hafif bir yaz rüzgarı doluyordu ve o gün yanan cenaze ateşlerinin hafif isli kokusunu alabiliyordum. Ama tüm bunların o an için bir önemi yoktu. Kendi kabuğumuza çekilmiştik ve şafağa kadar güvendeydik.

"Sana bir şey sormama izin ver," derken sesi daha da hüzünlü bir hal almıştı. Biraz daha doğruldu, neredeyse oturur pozisyona geldi. "Benden hiç nefret ettin mi?" Başımı kaldırıp ona baktığımda bir kez daha sırtımı okşadı, parmakları omurgalarımı takip etti. "Seni buraya getirdiğim ilk zamanlarda, benden hiç nefret ettin mi?"

Ona karşı dürüst olmaya karar verdim. "Bilmiyorum," dedikten sonra hemen, "Sanırım çoğunlukla senden hoşlandığıma mı yoksa nefret ettiğime mi karar vermeye çalışıyordum," diye ekledim. "Bu o kadar da kötü bir şey olmasa gerek?" Beklentiyle kaşlarımı kaldırdım.

Dolgun dudaklarında yarım bir gülümseme belirdi. "O kadar da kötü değil," dedi beni tasdik ederek. "Bir noktada beni duvarlarının içine aldığına memnunum."

"Duvarlarımın mı?"

Eli kuyruk sokumumda oyalandı. "Duvarların." Nefes alıp verince ılık nefesi suratıma düşen saçlarımı hafifçe havalandırdı. "Hep oradalardı, gözlerinde. Sana her baktığımda duvarları görüyordum ve ne yaparsam yapayım onları aşacağıma emin olamıyordum. Bazen senin gözlerindeki duvarların mı yoksa Troya'nın duvarlarının mı yıkılmasının daha zor olduğuna karar vermeye çalışıyordum."

Parmak uçlarımla kendimi yukarı itip suratının hizasına çıktım, başını yeniden yastığa bıraktığında ellerimi başının iki yanına koyarken kendimi hafifçe kaldırdım. "Seni o duvarların içine almadım," derken sözlerimin her bir hecesinde ciddiydim. "Sen o duvarları yıktın."

Rae'yi öpmek için eğildiğimde başını hafifçe uzaklaştırdı. "Bir soru daha o zaman."

Gözlerimi devirirken, "Sor hadi," diye mırıldandım. Ben çoktan ikinci sevişmemiz için hazırken sorular sorarak beni oyalaması huysuzluğumu arttırmaya başlamıştı.

Rae burnuma dokunarak, "Huysuz," diyerek gülümsedi ama ardından hemen yeniden ciddi bir ifade takındı. "Mutlu musun?"

Hiç düşünmeden, "Mutluyum," diyerek yanıtladım onu ama yine de bu cevabım bile Rae'nin gözlerindeki kara bulutları dağıtmaya yetmemişti. "Bana bunu neden soruyorsun?"

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now