🍁mtb • 25🍁

45 9 22
                                    

bu bölüm seni mutlu eder umarım daphne, güzel kızım benim 💙 (kanka bi smut yazmısım var ya off dedikten sonra fluff soft dünyanın en romantik en tatlı bölümüyle geldim AMA smut diger bölümde yemin ederim)

En ağır yük sırdır, aşk olsun taşıyabilene.

Aramızda, yalnızca ikimizin bildiğini sandığımız iki sır vardı.

Birincisi; kumarbaz bana aşıktı.

Bana elmaslar ve inciler alabilirdi, saçlarımı uzatıp onlara pırlantalar takabilir, gümüş diliyle tüm bedenimi kutsayıp, kalbini bir bana açabilirdi. Onu izlemek bana tanrımı, ne olduğumu ve nereye gideceğimi hatırlatıyordu. Motorcu, asi gençlerden hoşlanırım zannederken kendimi bir anda mat bir siyah range rover'ın arka koltuğunda, onun bana ilk kez aşkını itiraf ettiği yere geldim. Oraya kendimi mimledim. O koltukta ona eridim, içimi açtım ve içimi sevdirdim.

Birbirimize bakarken biz, ormanlar ve toprak parçaları birbirine katık oldu, sevişti ve dövüştüler.

Gözlerimiz başardı bunu.

İkincisi; ben de ona aşıktım.

İçimi rahatlatacaksa, ona benziyordum tamamen. Bunu kırmızı bir gece elbisesiyle kutlayabilirdim bile, gecenin bitiminde onun bacaklarına oturup kendimi dizine sürteceksem.

Kartı çıkardı kumarbaz.

"Senin hep kralın kızı olduğunu düşünmüştüm." Ortaya attı, havada kaptım ve sırıtırken, masanın altından üst üste attığım bacaklarımı sürtükçe onunkilere bastırıp yavaşça hareket ettirdim, gözleri karttaki kızdan bana çekilene kadar. Bana, benim akıttığım kanları unutturup içimden ılık ılık nefesimi sökecek bir şekilde çullandı, toprağı gözlerime örtüldü ve yerin altında o an sadece cehennem gülleri vardı.

"Kralın kızı demek.." dişlerimi dudaklarıma geçirerek kendimi durmaya zorladım ancak o bundan etkileniyor gibi göründüğünden, kullanmamda hiçbir sakınca görmüyordum. "Ben de benden havalı olduğunu düşünmüştüm." Dedim, bu kez dilimi dudaklarımın arasından geçirerek. "Fakat gel gör ki, aşk nelere kadir, seni karşımda iskambil kartlarıyla uno oynamaya ikna ettirebiliyor."

"Gecenin sonuna güveniyorum sadece." Kendinden emin oluşu kahkaha atma isteğimi tetiklerken, "Gecenin sonu?" Diye belirttim, anlamamışçasına. "Ne olacakmış ki, gecenin sonunda?" Çıplak bacaklarımı kendime çekip, beni huylandıran elbise kumaşının tamamen sıyrılmasına sebep olacak şekilde bağdaş kurdum, sandalyenin üstünde.

O gece yalnızca kıvrılıp uyumuştuk ve hatalarından ders almaya erinen iki aptal çocuk gibi birbirimize sokulmanın sorunlardan kaçmamıza yardımcı olacağını sanmıştık, hala üzerine tartışmadığımızdan, iki gündür bizi saran rahatlığın sebebinin bu olduğunu düşünüyordum.

Şimdiyse, adını bile unuttuğum, Brooklyn'in lüks otellerinden birinin restoranındayız. Kapanış saati geçmiş olmasına karşın, sonuçta onun kim olduğunu biliyorsunuz, istettiği kartlarla çocuk işi bir oyunu en önemli işimiz gibi bir ciddiyetle oynuyorduk.

Ufak bir hatırlatma, beşinci elde her şey belli oluyor.

Kazanırsam, Brendon'ı öldürür ve geleceğimiz hakkında konuşuruz.

Kazanırsa, konuşma işini siktir eder ve sevişiriz.

Sahiden, şartı buydu.

Ve elinde tek bir kartı kalmış olan o, 'uno' demeye fırsat bile bulamadan ben ona bir kart daha çektirdim. Sırıtarak yüzündeki siniri ötelemeye çalıştı, "Öyle olsun." Diyerek. "Öyle olsun, nasılsa ben Brendon'ı çekip vurduktan sonra da düzüşebiliriz."

More Than a Billion |Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin