3- GÖKYÜZÜ VE SU DAMLASI

93 12 10
                                    

James'in elini daha sıkı tutarken bakışlarımı, karanlık gökyüzünden ayrılmayan gözlerine çevirdim. Ara sıra dudaklarını birbirine bastırdığını, bir yanağını sürekli dişlerinin arasına kıstırdığını görebiliyordum. Çıplak teni gecenin ayazına inat alev gibiydi ve göğsü aldığı derin soluklarla şişiyordu. İçinin daraldığını, kendi düşüncelerinin arasından sıyrılamadığını, ruhunun bedenine sığamadığını yüzünden okuyordum.

Parmak eklemlerini severken ona biraz daha sokularak "Sevgilim..." diye mırıldandım.

"Lütfen konuş benimle."

Cevap vermedi. Tek kelime etmedi. Sadece gözlerini yıldızlardan çekip sokağın karşısındaki evin duvarına dikti. Birkaç saniye de soğuk duvarı izledikten sonra yorgun bir nefes vererek başını öne doğru serbest bıraktı.
Elimi elinden çekip geniş bir adımla önüne geçtim ve yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Sonunda bakışlarıma karşılık verdi.
Gözlerindeki kırılgan, çaresiz ifade dudaklarımda buruk bir gülümseme oluştururken parmak ucuma yükseldim ve koca bedenine sıkıca sarıldım. Kollarını belime dolayıp yüzünü boynuma, saçlarımın arasına gömdü.

Rüzgâr ikimizi de teselli edercesine etrafımızda döndüğü sırada uzun uzun uğultusunu dinledim. En sonunda James yavaşça kendini geri çekti. Bir elimi hiç oyalanmadan yanağına koydum ve dudaklarının kenarına ufacık bir öpücük bıraktım.
Tatlı tatlı yüzüme bakarken rüzgarın aramıza iteklediği tutamları yanaklarımı severek kulağımın arkasına attı. Dudakları bir şey söylemek ister gibi aralanınca başımı hafifçe yana yatırdım. Dinliyorum sevgilim.

"Benimle mezarlığa gelir misin?"

Ricası kaşlarımın çatılmasına sebep olurken boğazımdan küçük bir "Ne?" çıktı.

"Bu saatte biraz garip olacak ama..."

Başparmağımı dudaklarına koyarak cümlesine yarıda kestim ve "Bir şeyler giydikten sonra çıkarız." dedim.
Sakin adımlarla eve girdikten sonra üzerimize eşofman ve sweat geçirdik. James kaşla göz arasında ikimizinde beline iki tane bıçak sıkıştırmıştı.

Bahçeye çıktığımızda kapıyı birkaç kez kilitledi. Çıkmadan önce tüm camları kapattığı da gözümden kaçmamıştı. Kaldırımlarda geniş ama acelesiz adımlarla yürürken ikimizde sessizdik. Yola çıktığımızdan beri sıkı sıkıya tuttuğu elimi kaldırıp üzerini öpünce içim titredi. Ona daha yakın olma arzusuyla elini bırakıp kolunun altına girdim. Kendi kolumu da beline sardım. Gülerek beni yakınına daha çok çekti ve bu sefer de saçlarımı öptü.

Mezarlığa vardığımızda, demir kapıdan girmeden önce dakikalarca içeriyi izledik. Burası daha soğuk, berrak gecenin aksine kasvetli bir havaya sahipti. Yine de, yaşayanların aksine ölüler zararsızdı. En çok onlara güvenebilirdik. Bu belki delice ama gerçekti.
Demir kapıyı ittiğimizde gecede yankılanan gıcırtısına suratımı buruşturdum. Binlerce mezar taşının arasında zigzaglar çizerek yürürken sokak lambalarının ışığından uzaklaştıkça gece görüşümüz kendini gösterdi. Bu iş gitgide hoşuma gitmeye başlamıştı.

Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından James beni durdurduğunda, karşımdaki taşların üzerinde yazan isimlere baktım. Khloe, Chester, Daniel ve Magnus. Uzun bir soluk çekerken gözlerim yavaşça doldu. Buradalardı. Yine ayrılmamışlardı, her zaman olduğu gibi yan yanalardı.
Yanağımda süzülen damlayı elimin tersiyle sildikten sonra dudaklarıma içten bir gülümseme yerleştirdim.

"Selam çocuklar."

Bu zamana kadar kendini belli etmeyen rüzgar bir anda, heyecanla yüzümüze vurduğunda ağlamam şiddetlendi. James ise sadece izliyordu.

KORUYUCULAR 2 Where stories live. Discover now