11.Bölüm: KEHANETİN KUKLASI

Start from the beginning
                                    

"Özür dilerim," diye sessizce mırıldandım. Dudaklarımı okurken gözleri haylazca parladı.

Ayas'ın derin gözlerinden ayrılıp belimi sıkıca kavrayan ellerine baktım. Beni tutan ellerini hızla çekerken gözlerindeki haylazlık dudaklarına kışkırtıcı bir gülüş olarak yansıdı.

"Pardon." Benim yaptığım gibi sessizce mırıldandığında dudaklarını dikkatle süzdüm.

Önemli değil anlamında başımı sallayarak önüme döndüm. Önemli olan tek şey büyükbabamın neden karşımda dikiliyor oluşuydu.

Bir de ne zaman yemek yiyebileceğimi öğrensem hiç fena olmazdı çünkü acıkmıştım. Biraz daha yemek yemezsem ölecekmişim gibi hissediyordum. Bu her zaman böyle olmuştu. Üzüldüğümde, korktuğumda, mutsuz olduğumda ya da depresyona girdiğimde bedenim büyük bir açlıkla sınanıyordu. Fani dertleri işte...

Şimdiyse önümde sorun olarak; kraliçenin ve Kâbus Lordu'nun hançerlenmesi gereken kalpleri vardı, bir de hesap sorulması gereken büyükbabam.

Maysa'nın komutuyla hepimiz yemek masasındaki yerlerimizi aldık.

Maysa, büyükbabam, Ayas, Simav ve ben vardık.

Her ne kadar deli gibi aç olsam da tabağıma kuru incirden, iri üzümlerden, bir dilim ekmek ve birkaç minik galetadan başka bir şey almadım. Tabağımın yanındaki kâsede dumanı tüten ve enfes kokan çorbayı kaşıklamak için can atsam da elimdeki incirle oyalandım.

"Rena," dedi kraliçe ve kadehindeki şaraptan büyükçe bir yudum içti. Dudağının kenarındaki kalan şarabı ipek mendiline silerken gözleri beni buldu. "Güzel kızım."

Gereksiz samimiyet silsilesi hâlâ devam ediyordu. Aramızda yüzyıllarca yaş farkı olması bana kızım diye hitap etmeni gerektirmiyor seni adı batasıca ışıklı cadaloz.

Liya'nın Aryen hakkındaki itirafı bir türlü aklımdan çıkmıyordu. İkisinden de nefret ediyordum.

"Nihayet seni aramızda görmekten mutluluk duyuyoruz." Ayas da annesinin sözlerini destekler şekilde gülümsedi. Sahte ama çekici bir gülüşle. Gözleri bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu.

"Teşekkür ederim," dedim nazik görünmek için gülümseyerek.

Su dalgası şeklindeki saçlarının iki yanından köprücük kemiklerine uzanan tutamlarından birini kulağının arkasına doğru taradı. Uzun ince, zarif parmaklarıyla kadehin ince kısmından kavrayıp bana doğru kaldırdı.

"Büyükbabanla krallığım arasında yıllardır süregelen dostluktan ziyadesiyle memnunum. Onun bir torunu olduğundan haberim yoktu. Karşılaşmamız, sarayıma getirilmen talihsiz olsa da burada olduğuna seviniyorum."

Diğerleri de kraliçenin bu lütufkar davranışına karşılık kadeh kaldırdığında benim onuruma yapılan bu davranışa kayıtsız kalmamam gerektiğini bilsem de kıpırdamadım.

"Ah!"

Masanın altından, kime ait olduğunu bilmediğim bir tekmeyle uyarıldığımda telaşla diğerlerine baktım. Herkes kadehlerini bir arada tutmuş sabırla beni bekliyorlardı.

Ayas gözlerini üzerime dikmişti. Kadehi havadaydı fakat kadehi havada tutan iri, kaslı kolunu yüzüne doğru iyice kaldırıp diğerlerinden gizleyerek sessiz komutlarla kadehimi kaldırmamı emretti çünkü tekmeyi atan oydu.

Ayas'la iyi anlaşacak gibi görünüyorduk. Ya da bir ihanet hançeri de ondan yerdim. Bu diyardaki kaderim şimdiden belli olmuştu. İhanet ve yalanlarla sınanmak.

YOZLAŞMIŞ HARABELERWhere stories live. Discover now