2

114 20 14
                                    

JONGIN

Büyük ihtimalle her şeyi batırmıştım. Her şeyden kastım da biraz önce yaşananlardı: Kapının pervazında dikilip Baekhyun'la aralarında geçen hararetli konuşmayı dinlemiştim biraz. Aslında amacım tartışmaları bitince Kyungsoo'nun yanına gitmekti fakat bir şeyler olmuştu o karışıklıkta, beynimden silinmiş gibiydi o kısacık an, ve ben kendimi Kyungsoo'yu öperken bulmuştum. Dudaklarım onunkilere değdiği anda bunu yapmamam gerektiğini anladım ancak her şey için çok geçti. Kendimi çok kötü hissediyordum çünkü onu kullanmıştım -bir bakıma. Kyungsoo'nun yüzündeki ifade korkunçtu.

Geri çekildiğimde aramızda yine az bir mesafe vardı. Burnunu ve yanaklarını süsleyen pembeliği çok net görebiliyordum. Kızarıyordu saniyeler geçtikçe ve telaşa kapıldığını fark etmiştim. Baekhyun'u başımızdan defeder etmez onunla doğru düzgün konuşmam gerekecekti.

Normalde böyle birden çıkıp da milleti öpmem ama seni öpesim tuttu, mu diyecektim gerçi...

Konuşma işini sonraya bırakıp o an önümüzde duran probleme baktım. Ağzı şaşkınlıkla açılmış, bizi izliyordu.

"Bize müsaade. Derse geç kalacağız."

Tek kelime daha etmesine izin vermeden elinden tuttuğum gibi koridorda yürümeye başladım. Durana kadar ikimiz de konuşmadık ve gözlerden uzak bir noktaya vardığımızda ilk lafa dalan ben oldum.

"Özür dilerim" dedim samimiyetle. "Birden oldu. Kesinlikle planlanmış bir şey değildi. Baek öyle deyince ne yapacağımı bilemedim."

Omuzlarını silkti. Eli başının arkasına gitmiş, belli bir noktayı okşuyordu. "Önemli değil." dediğinde omuzlarımdan tonlar kalktı sanki. "Fena sayılmazdı."

Ciddi olup olmadığını anlamak için biraz bekledim. Sonunda iri gözlerini benimkilere diktiğinde şaka yapmadığını fark etmiştim.

"Derse gitmem lazım." Çok hızlı konuştu. Daha özrümün devamını ve biraz önceki "sevgili" muhabbetini açıklayamadan koşarak uzaklaştığında arkasında kalakaldım öylece. Sandığımdan daha tuhaf ilerlemişti süreç. Ben bir yerlere oturur konuşuruz sanmıştım. Sapık olmadığımı, niyetimin başka olduğunu falan söyleyecektim. Elimde patlamıştı bütün olay. Yapacak bir şey bulamadığımda el mahkûm kendi sınıfıma gittim. Gün bitene kadar da görmedim onu. Sınıfına gittiğimde ya herkesten önce çıkmış ya da henüz içeri girmemiş oluyordu. Bir yerden sonra denemeyi bırakmıştım.

Gün sonunda eve vardığımda beni sessizlik karşıladı. Ne annem ne de babam evde değildi. Babamın bir iş gezisi için Seul'e gittiğini biliyordum ancak annemin nerede olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Öncelikle yeni sezonun açılışını bildirmek için sabırsızlanıyordum. Sonunda seçmeler başlayacaktı, hayallerime bir adım daha yaklaşmış olacaktım. Başvurmak istediğim şirketler belliydi; SM, JYP, KQ, PNation... Koreografim tamdı. Aranje de etmiştim kendi çapımda. Öyle ahım şahım olmadıklarının farkındaydım ama minvalimde daha iyisini görmüş de değildim. İçten ve net olduklarını düşünüyordum. Akılda kalmasını bilen hareketlerim vardı, insanın zihnini bir süre meşgul edecek şarkı sözleri yazmasını da iyi biliyordum. Kendimce başvurular için en uygun aday bendim.

Seçtiğim yol bir zamanlar annemin hayaliymiş aslında, bunu ona "Ben dansçı olacağım." dediğimde öğrenmiştim. Babamla tanışmadan önce balerin olmak istiyormuş. Onun da kendi koreografileri varmış -bazıları sahiden çok iyiydi. Babamla tanıştığında ise bütün hayallerinden vazgeçmek zorunda kalmış çünkü ona çok aşıkmış. Üniversitenin son senesinde bana hamile kalınca kaydını dondurup benimle ilgilenmek zorunda kalmış. Babam da onun için işe girip çalışmaya başlamış ve bir yandan annemle bir yandan da okulla ilgilenirken para kazanmaya da çalışmış. Yine de ne zaman konusu açılsa hiçbir kararlarından pişman olmadıklarını, geriye dönseler yine aynısını yapacaklarını söylüyorlardı. Birbirlerine delicesine aşık olduklarını buradan anlayabiliyordum.

One Kiss Is All It TakesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin