BÖLÜM~34 🫧 Yokluk

292 23 155
                                    

Sabahın ilk ışıkları çoktan geçip giderken Ahu'sunu en son gördüğü anın üzerinden 24 saat geçmişti. Zamanı hesaplaması kolay, söylemesi rahattı ancak yaşarken o saatlerin yıllar gibi geçtiğini anlatmak imkansızdı.

Havaların iyice soğuduğu günlerde güneş bile ısıtamazken Ormancı sırtında hala çıkaramadığı tişörtü, elinde Ahu'nun bluzu bir suçlu gibi sandalyeye tünemiş bahçede oturuyordu.

Her zaman ne yapacağını bilmiş bir şekilde yaşamıştı. Aylarca bir kasabaya kapanırken gün gün amacına ulaşmak için nefes almıştı. Oksijenin Ahu ile geleceğini bilmeden. Şimdi yeniden nefesi kesildi. Üstelik bu kez ne yapacağını da bilemiyordu.

Çaresizlik hissiyle kavrulurken ya kendisine Ahu'yu vermeyen bu şehri yakıp yıkacaktı, ya da onu koruyamadığı düşüncesiyle kendisini. İçinde onu bulacağına dair umudunu yitirdiğinde veya bulduğunda artık çok geç olmuşsa bu kez düşünmeden yanına gidecekti. İçinde bir ölüm acısını daha kaldıracak güç yoktu, kendisini neyin beklediğini bilmediği öteki taraf ona daha acısız geliyordu.

Şuan tek ihtiyacı olduğu şey bir haber, bir iz, bir ses... Hepsinden de öte tek ihtiyaç duyduğu Ahu'nun kolları, sarı saçları, parlak ela gözleri...

Gece sandalyenin dibinde yatarak kendisine destek oluyordu. Dizlerine serdiği buluzun üzerine başını koyup köpeğine baktı. Kurumuş dudakları, yutkunmak dahi istemediği boğazı konuşmasına engel olsa da gözünden akan bir damlayla kendisine dahi yabancı gelen sesini çıkarttı.

"Nasıl dayandın... Onları kulübede kanlar içinde görmeye nasıl katlandın... Ben sana Gece derken hiç aydınlanmayacağını düşünmedim. Acaba annem de bana Karan derken böyle olacağımı düşündü mü? Güneşimizi aldılar elimizden. İçim eziliyor, ruhum çekiliyor gibi. Onun bir yerlerde acı çektiğini düşündükçe parçalanıyorum. Sen nasıl dayandın?"

Gece gözlerini dikmiş dikkatlice dinliyordu. Ormancının sözleri bitince hırıltı şeklinde çıkarttığı sesle yeniden yere uzandı. Ormancı da başını çevirip burnunu dayadığı buluza hıçkırarak ağladı.

Ağlama sesine uyanan Hakan bu hayatta en sevdiği adama yardımcı olamamanın sıkıntısıyla iç geçirdi... Kalkıp mutfağa geçti kahvaltı anlamında bir şeyler hazırlayıp bahçeye çıktı. Masaya bıraktığı tepsiyle karşısına oturdu.
"Hadi bir şeyler ye."

Kızarmış gözleriyle masaya bakan Ali Karan
"Ben kahvaltı etmem ki. Kahvaltı benim için keyif demektir. Ben aylarca o keyfi yaşamadım. Ahu gelip içime yerleşene kadar."

"İyi de bir şeyler yemezsen Ahu geldiğinde seni bulamayacak. Ayakta kalman lazım."
"Ben alışkınım, yemeden de yaşanabildiğini gördüm."

Durup Gece'ye bakan Ali Karan yutkundu ve
"Yemeden yaşarım da Ahu olmadan nasıl yaşarım bilmiyorum."

"Dur hemen gardını düşürme, bulacağız Ahu'yu."
"Dün gece bütün hastaneleri gezdim. Hiçbirinde yok. İlginç değil mi, ambulansa bindiriliyor ama hastaneye gitmiyor. O arada ne oluyor?"

"Merak etme ben o soysuzu aratıyorum. Kartını bir daha kullandığı an enseleyeceğim."
"Kimden öğreniyorsun?"
"Boşver abicim onu."
"Vasfı nedir, polis mi? Eğer öyleyse bize.."
"Değil değil, emniyetten tanıdığım yok."

"O zaman..."
Cevap vermeyip sessiz kalan Hakan'a baktı. Hemen sonrasında
"Bankacı! Kart hareketlerini görüyor!"

Ayağa kalkan Hakan bıraktığı tepsiyi aldı.
"Senin maşallahın var, yemesen de olur..."
Hakan'ın ardından bakarken belli belirsiz gülümsedi.

Biraz sonra yeniden gelen Hakan
"Ben çıkıyorum."
"Çıkamazsın, ben karakola gideceğim. Birimizin evde Ahu'yu beklemesi gerek."
"Gizem isyanlarda, iki gündür tek başına çalışıyor. Gidip bakayım. Ya da sen de gel kafan dağılır."

ORMANCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin