Ayk Şehri, Eldun Tapınağı'nın Derinleri.

57 4 0
                                    

Rostok, 

Rostok, yaklaşık bir ay evvel getirildiği yeni hücresindeki rahat yatağında gerile gerile yatıyordu. En azından artık güzel bir yatağı vardı ve eski hücresindeki saman yatağında çektiği o korkunç sırt ağrılarını artık çekmiyordu. Gerçi o eski hücresindeki yatağa da pek yatak denmezdi. Bir kucak dolusu samanı hücrenin bir köşesine yatak diye yığmışlardı. Ayrıca üzerini örtmesi için bir battaniye dahi vermemişlerdi. Soğuktan her yanı tutuluyor, sabahın erken saatlerinde yemek getiren gardiyanların gürültüsüyle sersem gibi uyanıyordu. Bir parça küflü ekmek ile bir kâse ne olduğunu hiçbir vakit anlayamadığı bulamaç oluyordu menüde. Çok nadir de olsa menüye meyve ilave ediyorlardı. Lakin o da genelde ya çürük ya da gardiyanlar tarafından yarısı yenmiş bir elma oluyordu. Orada birkaç defa fena hâlde hasta olmuş ve kilosunun yarısını kaybedip ölümlerden dönmüştü.Eski hücresinde neler çektiğini hatırlayınca, yeni yatağında bir kez daha huzurla gerinip kaslarını gevşetti Rostok. Dört duvar arasında yatıp uyumaktan ve anılarını düşünmekten gayrı yapabileceği pek fazla bir şey yoktu. Özgürlüğü özlemişti. Ne isterse onu yapabilmeyi, at sırtında dağ bayır koşturmayı, çimleri, çiçekleri ve her şeyden öte ailesini özlemişti. Ahvallerinin ne olduğunu bilemediği karısına ve çocuklarına bir kez daha sarılıp koklamak için neler vermezdi. Bu lanet yerde yıllarca çile içinde yaşayacağına, onlarla bir an birlikte olabilmek için hiç düşünmeden canını verebilirdi.Hapishaneye getirilmeden önce de çok huzurlu, mutlu, her şeyin yolunda gittiği bir hayatı yoktu elbet. Lakin yine de bir hayatı vardı. Çoğu insan gibi sıradan bir hayat yaşıyordu. Hatta pek çok insana göre daha zorlu bir hayat yaşadığı söylenebilirdi. Ama en azından kendisinin yön verebildiği bir hayattı. Artık hayatının hiçbir anı ona ait değildi. Eski yaşantısına ait hatıralarını her daim aklının bir köşesinde tutuyordu. Bu onu fazlasıyla kederlendirse de nefes almaya devam etmesini sağlıyordu. Hiçbir zaman alışamadığı hücresinde içi yine kederle dolmuştu. Ayklar tarafından yakalanıp getirildiği o kara günü bir kez daha anımsadı.Güneşli ve parlak bir gündü. Arkadaşı Gauna ile beraber ava çıkmışlardı. Büyükçe bir geyiğin izini sürüyorlardı. Bir vakit sonra geyiği uzaktan görmüş ve peşine düşmüşlerdi. Uzun süre sabırla takip ettikleri geyik, onları Ayk bölgesinin başladığı dağın eteklerine kadar sürüklemiş, sonra da bir anda sırra kadem basmıştı. Geyiğin orman zemininde ve çalılar üzerinde bıraktığı izlerden dağın yukarılarına doğru çıktığını anlamışlardı. O andan itibaren Gauna, Ayklarla karşı karşıya gelmemek için geyiğin peşini bırakmak istemişti. Çünkü Ayklar bölgeleri konusunda fazlasıyla korumacı olabiliyor ve izinsiz girilmesinden pek hoşlanmıyorlardı. Ayrıca savaşçı olmalarıyla nam salmış iri cüsseli bir ırktı. Kolları, normal birinin boynunu rahatlıkla kırabilecek kadar kaslı ve kalındı. İri cüsselerine nazaran fazlasıyla çevik bir yapıya sahiplerdi. Bu da fark edilmeleri durumunda kaçmayı veya onlara karşı koymayı imkânsız hâle getiriyordu. Aslında birkaç sene evvel Ayklarla karşı karşıya gelme konusunu hoş olmayan bir şekilde deneyimlemişlerdi. Askerler onlara bağırmış, çağırmış, küfürler edip tartaklamıştı. Onlar da yalvar yakar merhamet dilenmişti. En sonunda askerler avladıkları her şeyi ellerinden alarak onları bölgenin dışına atmıştı.Rostok, o dönemler arkadaşı Gauna'nın sözlerini önemsemediği gibi onu her daim bir yerlere sürüklemeyi başarabiliyordu. Aslında son yıllarda o bölgeye gelen ve bir daha haber alınamayan insanların sayısı oldukça çoktu. Ayklardan öte, o dağlarda gezinen farklı tehditlerin olduğunu da duymuşlardı. Kaybolanların akıbetiyle ilgili kulaklarına farklı hikâyeler fısıldanmıştı. Bunlardan biri ormanda gezinen dev bir yılanın olduğuydu. Yılanı gördüğünü iddia edenler bile vardı. Lakin bu pek inandırıcı gelmemişti onlara. Diğer hikâye ise ne insan ne de Ayk olan acımasız bir türün etrafta gezinenleri kaçırdığı ve korkunç şeyler yaptığıydı.Uydurma olduğunu düşündüğü hikâyelerin hiçbirine inanmıyordu elbet Rostok. Bu yüzden de arkadaşını bir şekilde ikna edip onu bir kez daha peşine takmayı başarmıştı.Geyiğe ait izleri takip ederek Aykların yaşadığı dağların yukarılarına doğru tırmanmaya başlamışlardı. Hava henüz kararmadan da takip ettikleri geyiği akşam yemeği menüsüne dâhil etmişlerdi. Hayvanın ayaklarını birbirine sıkıca bağlayıp arasından uzunca bir odun geçirerek omuzlamış ve olabildiğince hızlı bir şekilde geldikleri yoldan geri dönme telaşı içine girmişlerdi. Amaçları, hava kararmadan evvel Ayk bölgesini terk etmekti. Lakin yükleri ağır olunca bunu başaramadılar. Ayk bölgesinde kamp kurmak zorunda kaldılar. Kuruldukları yer, etrafı ağaçlarla çevrili heybetli bir kaya dibiydi. Kayanın tepesi de kartal gagası gibi üzerlerine kıvrılıyordu. Havanın kararmasını bekledikten sonra ufak bir ateş yakmışlardı. Ateşin ışığı etraftan görülmesin diye de çevresine diz boyuna gelecek şekilde taş duvar örmüşlerdi. Sonra da öldürdükleri geyikten kendilerine yetecek büyüklükte bir parça kesip pişirmiş ve afiyetle yemişlerdi. Nice uğraşla yakaladıkları avı yemek, o an onlar için dünyanın en büyük hazzı olmuştu. Lakin bu güzel hazzın bir bedeli olabileceğini o vakitler tam olarak kestirememişlerdi.Yere serdikleri hayvan postlarının üzerine uzanıp dinlenme faslına geçtikleri esnada, duydukları çıtırtılarla ikisi de ayağa fırlamıştı. Rostok, seslerden tedirgin olan ve yayına bir ok yerleştiren arkadaşına oku derhal bırakmasını söyleyerek Aykların onları düşman olarak görmesinin önüne geçmek istemişti. Ancak akşamın karanlığında arı gibi vızıldayarak gelen bir ok, tüm çabalarını beyhude çıkarmıştı. Gauna, alnının orta yerine saplanan bir Ayk okuyla ölümü tatmış ve yere yığılmıştı. Rostok ise hiçbir şey yapamadan öylece kalakalmıştı. Zaten sonra nereden geldiği belli olmayan bir grup Ayk askeri onu yakalamış ve kafasına çuval geçirerek zindana atmıştı; karanlık, pis kokan, soğuk ve rahatsız bir zindana...O lanet zindanda epeyce zaman geçirdikten sonra yeni hücresine getirilmişti. Demir parmaklıklı kapısı olan, içerisinde bir masa, bir sandalye ve bir yatak bulunan ufak bir yerdi yeni hücresi. Gri dikdörtgen taşlarla örülü duvarları vardı ve duvarlar arasındaki mesafe altı adım kadardı.Rostok, Gauna öldüğünde onun için epey yas tutmuştu fakat sonra kendisi gibi zindan köşelerinde sürünmek zorunda kalmadığı için onun adına sevinmişti. En azından acısız bir ölümle dünyadan ayrılmıştı arkadaşı.Bu hüzünlü düşüncelerden kurtulmak için yatağından kalkıp hücresinin içinde birkaç tur attı Rostok. Sonra da yeniden yatağına uzandı ve ellerini başının altında kavuşturdu. Gözleri demir parmaklıkların hemen dışında yanmakta olan meşalenin alevine takılmıştı. Dalgınlaştı. Ateşin loş ışığı uykusunu getiriyordu. Hücresinin tavanında oynaşan garip gölgeleri seyre daldı. Kafasının içi yine anılarla dolup taşmaya başlamıştı. Göz kapakları giderek ağırlaşıyor, bedeni uykuya yavaş yavaş teslim oluyordu. Tam uykuya daldı dalacak derken neredeyse tamamen kapanmış olan göz kapakları arasında kızıl bir parlaklık belirdi. Ne olduğunu dahi anlayamadan ani bir refleksle kendisini yatağında doğrulmuş buldu. Uykusu bir anda dağılmıştı. Gözlerini ovuşturup odanın içinde şöyle bir göz gezdirdi. Kalbi ağzında atıyor gibiydi. Henüz tam kendine gelememişti lakin bir anlığına gördüğü yahut gördüğünü sandığı o kızıl parlaklığın beklediği işaret olabileceğini düşünüp heyecanlandı. Yatağından fırlarcasına kalktı. Derhal karşı duvara koştu ve bir yanağını duvara yapıştırıp dikdörtgen taşlar arasında bulunan küçük deliğe göz attı. Ancak boş bir karanlıktan gayrı bir şey görünmüyordu. Kalbinin delice çarpmasına neden olan heyecanı, saman alevi gibi kısa sürmüştü. Büyük bir hayal kırıklığıyla yeniden yatağına döndü. Tüm umudu o küçük delikten gelecek işaretteydi. Kim olduğunu henüz tam olarak anlayamadığı lakin başgardiyan da dâhil olmak üzere bütün gardiyanların, "Efendi Grogen!" diye hitap ettiği tuhaf adam ona, bu küçük delikten bir işaret geleceğini ve eğer işaret gelirse derhal haber iletmesini, bunun karşılığında da onu serbest bırakacağını söylemişti.Rostok, o uğursuz adamın verdiği söze pek güvenemiyordu ancak başka seçeneğinin olmadığı gerçeğinin de farkındaydı. Adam her daim kapüşonlu uzun siyah bir elbiseyle dolanıyordu ve kapüşonunun gölgesi altında kalan yüzü ne kadar tekinsiz biri olduğunu açıkça anlatıyordu. Ayrıca adamın ağzından dökülen her kelime zehirli bir yılanın tıslaması gibi tedirgin ediciydi. Rostok onunla her konuştuğunda içinin ürpermesine ve tüylerinin diken diken olmasına mani olamıyordu. Sözlerine itimat etmemesi gerektiğini biliyordu lakin yine de, "Ya yalan söylemiyorsa, ya gerçekten beni serbest bırakacaksa?" diye düşünmekten de kendini alamıyordu. Aslında o dört duvar arasında onu hayata bağlayan tek düşünce buydu; bir gün yeniden özgür olabileceği hayali! Bunu düşünmek dahi içini hoş etmeye yetiyordu.Gözleri ister istemez duvardaki o küçük kara deliğe kaydı. Gerçekten bir işaret gelmiş miydi yoksa bir anlığına gördüğü o parlaklık tamamen hayal miydi, bunu bilmek istiyordu. Gözlerini bir an olsun duvardaki delikten ayırmadan yatağında oturmaya başladı. O delikten nasıl bir işaret geleceğini dahi bilmeden öylece oturuyordu. Grogen'e ne çeşit bir işaret beklemesi gerektiğini sormuştu ilk tanıştıklarında. O da umursamaz bir tavırla, "İşaret gelince anlayacaksın," diye karşılık vermişti. Bu konuşma her aklına geldiğinde içinde karşı konulamaz bir kızgınlık yükseliyordu. "Uğursuz herif!" diye hırladı sinirle. "Kim bilir o işaret ne zaman ortaya çıkacak?"

Karanlığın Doğuşu, Kilit Taşının GizemiWhere stories live. Discover now