Haerum Şehri, Learah Köyü,

156 10 5
                                    


İlya,

Batmak üzere olan güneş alev kırmızısı yüzünü uzaktaki dağlar arasından gösterirken aynı dağlar arasından çıkıp Learah Köyü'nün güneyinden denize dökülen Deliurma Deresi de gökyüzündeki bulutlar gibi güneşin kızıl alevlerinden nasibini alıyordu. İlya, gözlerini az ilerideki küçük şelalede zıplayıp duran alabalıklara dikerek hayranlıkla onları seyrederken akşama kadar etrafta koşturmanın vermiş olduğu yorgunlukla oturma isteği duydu. Birkaç adım önünde, otların arasında tek başına yükselen büyükçe bir kaya vardı. Kayanın üstünden etrafı seyretmek de pek güzel oluyordu.Kayanın çıkıntılarından tutunarak en tepeye kadar tırmandı. Sonra da oturup etrafta oyun oynayan diğer çocuklara aldırış etmeden güneşin kızıllığına boyanmış Deliurma Deresi'ni ve şelalede zıplayan balıkları bir süre de oradan seyre daldı. Hava kararmak üzereydi; bu durum ona eve dönme vaktinin yaklaştığını hatırlatıyordu. Lakin orayı bırakıp eve gitmeyi hiç istemiyordu çünkü evde yapacak bir şey yoktu. Birazdan eve gidecek, annesinin yaptığı yemekleri yiyecek, ardından uyumaya zorlanacak ve istemeye istemeye yatmak zorunda kalacaktı. Bu durumu hiç sevmiyordu. Uykusu olmamasına rağmen uyumaya zorlanması zül geliyordu. Bu yüzden akşamın gelmesini hiç istemiyordu. İleride kendi evini Deliurma'nın otlarla ve güzel çiçeklerle bezenmiş toprakları üzerine yapmayı planlıyordu. Böylelikle çok sevdiği Deliurma'dan her akşam ayrılmak zorunda kalmayacaktı. Babası da bu konuda ona yardım edeceğine dair söz vermişti ama bir şartı vardı; kış vakitleri geldiğinde köye taşınmasını istiyordu. Bunu istemekte haklıydı elbet. Çünkü Deliurma kış aylarında hiddetlenip taşıyor, hatta bazı zamanlar etrafındaki ağaçları dahi yerlerinden söküp götürebiliyordu. Zaten bu yüzden ona Deliurma deniyordu. 

İlya, kulaklarına ilişen, "Biz gidiyoruz, İlya!" sesiyle irkilerek onu alıkoyan güzel düşüncelerinden bir anda sıyrılıverdi. Arkasını döndüğünde köye dönmek için toplanmış çocukları ve ona seslenen Efuen'i gördü. İkisi de hemen hemen aynı yaşlardaydı. Efuen, daha birkaç gün evvel on yaşına girmişti ve İlya da ona verilebilecek en güzel hediyeyi yanağına kocaman bir öpücük kondurarak vermişti. Bu hediye Efuen'e annesinin yaptığı keklerden bile daha güzel gelmişti.İlya, "Gidin siz, ben birazdan gelirim!" diye seslenerek karşılık verdi. 

İlya'nın verdiği cevaptan pek hoşnut olmayan Efuen, batan güneşin pembeleştirdiği yüzünü buruşturdu. Sonra da üzgün bir ifadeyle arkasını dönüp diğer çocuklara katıldı.İlya son zamanlarda eve sürekli hava karardıktan sonra gidiyordu. Annesi yine çılgına dönecekti ama bir süre önce keşfettiği küçük sırrını görmeden hiçbir yere gitmek niyetinde değildi. Her gün aynı saatlerde kısa süreliğine kendisini gösterip kaybolan, kimseyle paylaşmadığı, paylaşmak istemediği ve paylaşmayacağı küçük sırrı kısa bir süre sonra kendini gösterecekti. Şöyle bir arkasına baktığında Efuen ve diğer çocukların köy yolunda gözden kaybolmak üzere olduğunu gördü. Tamamen gözden kaybolana kadar arkalarından baktı, ardından gözlerini şelalenin döküldüğü yere çevirdi. Küçük sırrı az sonra şelalenin dibinde belirecek, göz alıcı renkleri ve parlaklığıyla İlya'yı bir kez daha büyüleyecekti.Onu tekrar göreceği anı düşündükçe içinde tuhaf bir gıdıklanma hissediyordu. Rüyalarında dahi onu görür olmuştu. Her daim onu görebilse ne güzel olurdu! Bunu gerçekten çok istiyordu, hem de her şeyden çok! Her gün gelip ona uzaktan bakıyordu lakin artık yakından görmek, ona dokunmak istiyordu. Kaç zamandır onu oradan alma düşüncesi yerleşmişti aklına. Fakat bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. Aslında bir düşüncesi vardı; Deliurma'nın dibine dalmak ve onu oradan çıkarmak! Ancak ve ancak bu şekilde ona ulaşabileceğinin farkındaydı. Lakin bu hiç de kolay bir iş değildi. Şelalenin döküldüğü yer derindi. Köyün büyükleri her fırsatta oraya girmenin tehlikeli olduğunu söylüyordu. Çocuklar da onları dinleyip oraya girmiyor, serinlemek için daha sığ yerleri tercih ediyordu.İlya bir kez daha kararsızlığa düşmüştü. Birkaç gündür aynı şeyleri düşünüp son anda vazgeçiyor ve evin yolunu tutuyordu ancak o gün daha kararlıydı. Eğer başarabilirse, onu şelalenin dibinden alabilirse artık küçük sırrını görmek için koca bir günün geçmesini beklemek zorunda kalmayacaktı. Ayrıca onu görebilmek uğruna her gün eve geç gitmesi de gerekmeyecekti. Evet, yapması gerekeni biliyordu. Dalacak ve onu oradan çıkaracaktı. Kolay olmayacaktı elbet lakin onu oradan almanın zorluğunu düşünmüyordu, onu düşündüren evdeki annesiydi. Geçenlerde sırf paçaları ıslandığı için annesinden bir sürü laf işitmişti, üstelik, "Bir daha olursa babana söylerim!" diyerek de tehdit etmişti annesi. Eğer şelaleye girerse yalnızca paçaları değil, bütün kıyafetleri ıslanacaktı. Sırılsıklam eve gidince de annesi onu babasına şikâyet edecekti. Bunu biliyordu ama her şeyi çoktan göze almıştı. Ne olursa olsun onu oradan alacaktı. Güneş iki dağın arasında neredeyse gözden kaybolmak üzereydi. İlya, çok kısa bir süre sonra sırrını görecek olmanın heyecanıyla yanıp tutuşurken oturduğu taşın üzerinden aşağı inerek kendi boyundan daha kısa olan şelalenin yanına yaklaştı. Gözleri suyun derinlerini sabırsızlıkla ve heyecanla tarıyordu. Kızıl güneşten gelen son ışık parçasıyla şelalenin düştüğü yerin tam altında, beklediği şey yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Köpüren suyun içerisinde kızılın biraz daha ağır bastığı bir gökkuşağı gibi parıltılar çıkarıyordu. Hayranlıkla onu seyrederken bir anda acele etmesi gerektiğini hatırladı. Çünkü güneşin batmasıyla etraf aniden kararacak, sırrı da karanlıkla birlikte sırra kadem basacaktı. Elbisesini yukarı doğru çekti ve küçük ürkek ayaklarını yavaşça buz gibi suya soktu. O kadar heyecanlıydı ki suyun soğuk oluşunun farkına bile varmadı. Acele adımlarla ilerlerken bastığı kaygan bir taşın dengesini bozmasıyla yalpaladı ve suya düştü. Suyun soğukluğundan nefesi kesilmişti. Hızla, düştüğü yerden kendisini doğrultup gözlerinin önünü kapatan ıslak kahverengi saçlarını araladı. Artık ıslanmak gibi bir kaygısı da kalmamıştı. Bir yetişkinin boyunu aşamayacak olan su birikintisi küçük bir kız için derin sayılırdı. Özellikle de şelalenin döküldüğü yer İlya'nın boyunun iki katıydı. Nefesini tutup güneşin kızıllığıyla boyanmış akıntılı suya attı kendini. Burnuna kaçan suları umursamıyordu. Suyun altında açtığı gözleri yalnızca ona, parıltılar çıkaran o küçük sırrına odaklanmıştı. Minik ayaklarını olanca gücüyle akıntıya karşı çırpıyordu. Akıntı hızını kesse de suyun içindeki ilerlemesini devam ettirme gayreti içindeydi lakin tek sorun akıntı değildi. Soğuk suyun içinde zorlukla tutabildiği nefesi de tükenmeye başlamıştı.

Karanlığın Doğuşu, Kilit Taşının GizemiWhere stories live. Discover now