Ama mani olamamış kendine, önce benimsemiş, sonra beğenmiş, sonra alışmıştı Süreyya.
Bir haftada alışılır mıydı? Alışıyormuş insan. Halbuki Süreyya, kolay alışmaz bir insan biliyordu kendini. On sekiz senedir bey konağına, kuş tüyü yataklara, lezzetli yemeklere, şatafatlı kıyafetlere alışamamıştı. İçi almazdı bir türlü. Burada rahatım diyemezdi. Halbuki Memed'e alışmıştı, onun hal ve hareketine, onun evine, onun eşyalarına... Mutfağının düzenine alışmıştı mesela. Eski soba borusunun kırık yerine yapıştırdıkları sona bandının, o garip görünüşüne alışmıştı. Gıcırdayan döşemelere alışmıştı. Emaye sinilere alışmıştı, sofra bezlerine, yattığı odanın duvarındaki çatlağa.. Memed ile Mustafa'nın konuşmalarına, gülüşmelerine, beraber iş bölüşüp yapmalarına alışmıştı.

Alışmak... İnsanda, tüm zorluklara karşı yüksek bir tahammül seviyesi doğuran o sıcacık gönül hissi.

Alışmak... Belki de imandan sonraki en büyük nimet.

Süreyya alışmıştı. Memed'e, Memed'in ait olduğuna, ve Memed'in olana. Ardından, hayranlık takip etmişti alışkanlığı. Süreyya'nın damarlarında dolaşan her damla kanda, aldığı her nefes solukta, Memed'e bakıp Memed'i duyduğu her anda daha da artıp çoğalan, önüne geçilmez bir hayranlık.

Süreyya şimdi savunmasız, zırhsız, kalkansızdı Memed'in karşısında.

Ben Memed'i benimsedim, ben Memed'i beğendim, ben Memed'e alıştım, ben Memed'e hayran oldum...

Açtı bir bir bütün kapıları. Yüzleşti bir bir kendi kendisiyle kız. Memed'i benimseyen Süreyya ile... Ona alışan Süreyya ile.. Onu beğenen Süreyya ile.. Ona hayran Süreyya ile...

Dedik ya, sonra son kapının ardında durdu.
Başka bir Süreyya bekliyordu onu orada, biliyordu.
Son Süreyya.
Gerçek Süreyya.

İşte Süreyya, o kapıyı açamadı. Cesareti herkesi yerle bir eden Süreyya kız, buna cesaret edemedi. O son Süreyya ile, o gerçek Süreyya ile, o kapının ardındaki Süreyya ile karşılaşamadı, yüzleşemedi.

Sonra Memed geldi. O dumura uğramışken, onun canı milyon parçaya bölünmüş sızım sızım sızlarken, Süreyya hayatında ilk kez bir şeyden, o kapının ardındaki Süreyya'dan deli gibi korkarken...

Memed geldi.
Artık ona ne hissettiğini büyük ölçüde bildiği Memed.
Benimsediği, beğendiği, alıştığı, hayran olduğu Memed.

Gecenin gölgesini düştüğü mavi gözleriyle baktı ona. Çattı kaşını. İyi misin diye sordu. Süreyya'ya kim, böyle merakla, böyle panikle, böyle dolu dolu iyi olup olmadığını sormuştu ki?

Memed sormuştu.

Memed Süreyya'ya, şu altı günde, kimsenin yapmadığını yapmıştı.

Ona merhamet etmiş, ona karşılıksız armağan almış, ona sarılmış, onun ağladığını görmüş, onun iyiliğini istemiş, onu merak etmiş, onun iyi olup olmadığını sormuştu...

Memed iyi bir adamdı. Çok iyi bir adam... Yaşının iki katı adamlara bile iyilik öğretecek kadar iyi bir adam.
Ve Süreyya birden, onun iyiliğini karşılığını zerre de olsa vermek için, içinde amansız bir istek duydu...

Ona Masalcı'nın yerini söyleyecekti.
Onu, bu ruhunu kemiren meraktan kurtaracaktı.

Buradayım, diyecekti. Benim.
Özür dilerim.. Özür dilerim Kara Memed. Özür dilerim, Masalcı benim.

Belki onun gözlerindeki hayal kırıklığına şahit olacaktı... Belki Memed ona bir daha asla eskisi gibi bakmayacak, eskisi gibi bir sesle konuşmayacak, eskisi gibi bir gülüşle gülmeyecekti. Ama Süreyya, kendini yakma pahasına bunu yapacak, Memed'e gerçeği söyleyecekti.
Çünkü en kötü ihtimal bile, bilinmezlikten iyidir.
Ve Memed'in, gerçeklere kavuşmaya hakkı vardı.
Hem de ne çok...

KanıkaraWhere stories live. Discover now