Kafamı tam toparlayamamışım. Boynumda topladığım saçlarımı kulak arkası atmaya çalışıyorum. Anlamsız bir hareket. "Oğulcan," diyorum aynı onun gibi alçak sesle. "Şey. Şey..." Şey ne Bahar, karşındaki çocuk senden de küçük, yapma ama toparla aklını. Al işte tıkanıyorum. Ne varsa tıkanacak. Benden önce davranıyor. Çok yaşa çocuk.

"Abim," diyor. "İçeride." Bir adımla Moda'daki eve giriyorum. Başka türlü olsa gözüm her yanda dört döner. Oysa benim gözüm herhangi bir şey görmüyor. Spor ayakkabılarımı iterek ayağımdan çıkarıyorum. Birkaç adım atıyorum. Oğulcan "Abim," diyor yeniden. "Sabah geldi. Sarhoştu biraz. Pek iyi değil gibi. Tartıştınız mı?"

Endişelenmiş belli ki. Hatta Ozan'ı böyle görmemiş olsa gerek. Ardıma dönüp yüzüne bakıyorum. Aylardır içimde tuttuğum sarılma güdüsü durdurulamaz olmuş. Parmak uçlarımda yükselip sarılıyorum ona. Sıkı sıkı. Şaşalıyor. Hatta sarsılıyor, öyle sıkı sarılmışım demek. Sonunda ellerini sırtıma koyuyor. "Mavi olmuş saçların," diyor. "Fotoğrafta görünce tanıyamadım."

Ağlamak istemiyorum, nereden çıkıyor bu gözyaşları anlasam. İçime çekiyorum kokusunu. Ozan gibi kokuyor.

"Daha önce gelmem lazımdı," diyorum. "Kocaman olmuşsun."

"Hâlâ abimden yakışıklıyım ama değil mi?" Ah! Seninle çok eğleneceğiz Oğulcan. Eğlenebilirdik... Çok. Ama abin... Ozan'ı duyunca buraya neden ve niçin geldiğimi hatırlıyorum. Elim ayağım buz kesiyor. "Abin nerede?" diyorum. Bir yandan gözlerimi silmekle meşgulüm. Dik dur Bahar, dik dur. Yetişkin bir insan gibi davranmak için buradasın...

Evin yabancısıyım. Koridordun ortasındayız, burası kısa, dar ama aydınlık bir hol. Kapılar beyaz. Galata'daki gibi yarı loş ve eski değil. Yepyeni. Belki başka zaman olsa severim de, gözüm görmüyor. Oğulcan önüme geçip kapalı bir kapının önünde duruyor. "İçerde," diyor. Kapıya yanaşınca da "Bahar abla," diyor. Yüzüne bakıyorum.

"Çok seviyor seni. Çok da mutluydu, neden böyle oldu ki..."

Utanarak eğiyorum başımı. İçeri girecekken "Ben çıkacaktım zaten," diyor Oğulcan... Onlar çok güzel bir aile Bahar diyorum kendime. En küçüğünden büyüğüne, çok güzel aile be! Bana ya da aileme benzemiyorlar.

İçeri giriyorum. Kapıyı sırtımla örtüyorum. Az biraz gürültü oluyor ama hemen ardından sessizliğe bürünüyor oda. Apaydınlık. Beyaz tül perdeler var ama örtülü değil, camlardan deniz görünüyor. Dışarısı ışıl ışıl, sıcacık. Ben üşüyorum.

Az eşya, çok ışık. Tam Ozan'lık oda. Ozan yatağın orta yerinde yatıyor dışarı kıyafetleriyle. Geldiği gibi yığılmış, belli. Burnuma dolan koku olmasa bile sarhoş yattığını anlarım. Çünkü soyunmamış. Böyle giyinik yatmak o kadar ters ki onun fıtratına... Kokuya gelince. Odaya yayılmış alkol kokusu. Ter de var içinde. Hoş, bu tarif benim halime de çok uygun. Belki de kokan benimdir.

İlerliyorum yatağa doğru. Lale'den aldığım gazla Ozan'ı aramayı düşünüyordum. Tamam, cesaret edip buraya gelemezdim ama arayacaktım onu. Yine de sabah sabah Ayşe abladan gelen telefonla sarsıldım. Sebebi ziyaretim bundan.

"Akşam Oktay bey çok sinirliydi," dedi bana. Bu kısım hiç umurumda olmadı. Oktay ota boka sinirlenir, yeni bir şey değil ve bana ne. Ayrıca ben onu bin kere aradım, bir kere açsaydı sinirlenmek nasıl olurdu gösterirdim ona. Ama Ayşe abla "Ozan bey geldi," dedikten sonra, iş değişti. İşte orada benim zihnime bardak çektiler, içim dışıma çıktı. Uyandığım sedyeden aşağı bile eğildim. Kusmamam mucize. Mu-ci-ze. "Biraz dalaştılar. Ben ne yapacağımı bilemedim, araya da giremedim. Sonra baktım oturup konuşuyorlar... Anlaştılar herhalde dedim ama Ozan bey gittikten sonra Oktay bey ortalığı dağıttı. Sabaha kadar içti, kapı pencere indirince... Ne yapacağımı bilemedim. Sonra Refik beyden önce size haber vereyim dedim."

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekWhere stories live. Discover now