12. Bir Anahtarlık Meselesi

22.2K 1.6K 2.7K
                                    





2020 – KASIM



*






Radyoda Yaşar çalıyor. "Bu bir yalan, bu bir ceza, bu bir talan gönlüm, bu bir veda..."

Radyo dinlemeyeli çok uzun zaman oldu aslında, epeyce uzun. Hatta Trabzon'da radyo dinlemişliğim yoktur. Hüzünlü karadeniz ezgileri, acı çeken yerlerime pek iyi gelmediğinden ve aksi haldeki karadeniz şarkılarının temposuna asla ayak uyduramadığımdan terk ettiğim alışkanlıklarımın üst sıralarında radyo geliyordu.

Bir de beni radyoya alıştıran Aşık ve Narin'di. Onlardan sonra radyo dinlememi gerektirecek hiçbir şey kalmadı yanımda. Onları özlüyorum bazen. Bahar'dan sonra beni eve bağlayan yegâne şey onların varlığıydı. Belki evde kalmanın bana nasıl bir işkence olduğunu gördükleri için düşündüğümden çok daha erken veda ettiler bana. Böyle düşündüğümde başka bir pişmanlık yokluyor beni. Üredikçe ömürlerinin kısaldığını bildiğim için çiftleşmesinler diye az mı uğraşırdım. N'oldu sonunda Ozan? Çok az ürediler ve çok kısa yaşadılar. Tıpkı Bahar ve ben gibi. Keşke ipleri bıraksaydın be Ozan! Bıraksaydın da herkes sevdiğiyle doya doya sevişseydi.

Bahar gitti, onlar gitti ve benim ruhum da onların peşinden sürüklendi. Bu yüzden her şarkıda biraz Bahar, biraz annem, biraz da Aşık ve Narin var. Aşk, özlem ve... İlacı olmayan her duygu. Henüz antidepresanların kucağına boylu boyunca uzanmış değilim. Akıl sağlığımı koruyabiliyorum. Ama duygularım üstü açık yaralar misali enfeksiyon kapacak diye korkuyorum. Böyle böyle bunca zaman geçti ve kabuk bağlamayan bir yarayla yaşamaya alıştım. Öyle ki, o yara benim her şeyim oldu. Sabah günaydın diyerek uyandığım, gece ellerimi üzerinde gezdirdiğim, ilk baktığım, son gördüğüm.

Bazen düşünüyorum da, eskiden ne kalabalık bir adamdım ben... Kuş kadar zamanım vardı ve onu kalabalığa pay edemezdim. Ah derdim; şu sınav bir geçsin... Şimdi o vakitler hayalini kurduğum geniş zamanın içerisindeyim ve yanımda görmek istediğim tek bir insan bile yok. Bahar'dan başka.

Ama Bahar öyle çok yok ki; bazen kendi içimde bile göremiyorum onu. Oysa onunla sohbet etmek en sevdiğim, hatta tek ihtiyaç duyduğum şey. Ara sıra onun yokluğuyla hoşbeş ederken buluyorum kendimi. Bilhassa koyun koyuna uyuduğumuz gece yarıları içimde öyle çok yer etmiş ki, tavanı bile göremediğim karanlıklarda, kollarım ona sarılmak istiyor. Yahut üşüyorsam, onun saçlarının arasına sokmak istiyorum ellerimi. Geceler sabah olduğunda ise beraber uyumuş ve güne beraber başlıyormuşuz gibi miskinlikle sağdan sola dönüyor, soldan sağa dönerken "beş dakika daha" diyorum Bahar'a. Beline sarılıyorum, kuytu bir köşesine sokuyorum başımı. Dudaklarım önüne neresi denk gelirse hiç görmeden öpüyor. Bahar hiç konuşmuyor ama bir öpüşümle bir nefes veriyor. Yanıyoruz. Yataktan çıkmak başka bir işkence oluyor o zamanlarda.

Böyle bir mutluluğun üzerine Düzkafa çıkıp Bahar hakkında ileri geri konuşuyor, iki ters kelime edip canımı sıkıyor ve ben içimdeki Bahar'ı da yitiriyorum. Hemen bir çocuk gibi ağlayan gözlerle bakıyorum Efendi'ye. Onun yüzü bile eskisi gibi huzurlu değil. Eskiden hep bana "Sabret" derdi. "Bahar gelecek, sana dönecek, sabret." Kaç ay oldu, onun da yüzü gülmüyor. Umudunu yitirmesinden korkuyorum. "Umutlu musun hâlâ?" demeye cesaretim yok. Öyleyse de bana bir şey demiyor ama bu suskunluk beni çökertecek diye korkuyorum.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang