17. Kalbe Yerleşen Kıskançlık

27.1K 1.7K 3.6K
                                    



"Hayat bazen öyle insafsız ki,
Küçük bir boşluğundan yakalar.
Hissettirmez en zayıf anında
Seni ta yüreğinden yaralar..."




Üç fotoğraf dedim kendime. Alt tarafı üç fotoğraf. Üç fotoğraf yüzünden bu kadar yüksekten düşmemeli, bu kadar yara almamalıydım. Ama nedense onların teki bile dedemin bastonundan ağır geldi bana. Bir yerlerim çok fena kırılıp döküldü. Üstüme başıma baktım saflıkla. Her şeyim sağlam gibi duruyordu. Ayağımın üstüne kuvvetle bastım, inanın o bile acımıyordu. O halde neden dedim kendime. Ne diye canın böyle ağlamak istiyor?

Bu kez sağıma soluma baktım. Sanki en işlek caddenin orta yerinde durmuştum da arabalar bana çarpacaktı. Korna seslerini duyuyordu kulaklarım. Ya da olmayan sirenlerin sesiydi duyduklarım; ne yazık bana. Oysa Ozan'ın odasındaydım. Bir haftadır her gece uyuduğum odada. Hani Ozan'ındı ama müşterek kullanıyor gibiydik. Hatta o gündüzleri odaya ayak basmazken ben bazen öylesine dolanmak için bile giriyordum odaya. Yatak ve dolaptan arta kalan yerde şöyle bir gezinip çıkıyordum. Bazen dolaptaki kıyafetlere ilişiyordu gözüm. Evet, kıyafetler. Şimdi, şu an ya da o an, kıyafetler için odadaydım. İzin almıştım Ozan'dan. Dolabın dağınıklığını toplayacak, askıları bir güzel yerleştirecektim. Hani Ozan dağınık değildi de, sabahın körü evden çıkıp gece yarısına yakın döndüğünden toparlanmaya fırsat bulamıyordu. Yazıklarıyla kışlıkları birbirine girmişti. Bir de hastanede giydiği gömleklerle benim kütüphane bohçası dediğim sırt çantasında gezen tişörtler... Son birkaç gündür fark ediyordum ki yedek çorap ve terlik de alıyordu yanına. Terlikler kütüphanede rahat olabilmek içinmiş, uzun süre hareketsiz kalınca da ayakları üşüyormuş. Keşke çalışması gereken derslerin birazını yüklenebilsem; bana koymaz, zaten yapacak daha iyi bir şeyim de yok. İşte bunca boşlukta dolap düzenlemeyi iş edindim kendime.

Evet, bu iş için odaya girmiş ve Ozan'ın en sevdiğim gömleğiyle aynanın karşısında dans eder gibi olmuştum. Mavi beyaz çizgili gömlek. Çok yakışıyor ona, bir görseniz... Sabah Ozan evden çıkarken göğsüm kabarıyor. Kemerinden ayakkabısına kadar özenle seçili hep... Mesela İbo'yu da görüyorum, spor ayakkabıdan şaşmaz, gömleğinin içinden hep atleti görünür. Kötü diyemem ona, ben de bakanın ne hoş giyimli bir kız diyebileceği biri değilim. Ama Ozan öyle. Haftada bir takım elbiselerini, ceketlerini, bir de gömleklerini birkaç sokak arkamızdaki kuru temizlemeciden alır, ertesi gün getirirler. Ozan şöyle bir bakar gömleklere. Ütüsünü beğenirse dolaba asar, beğenmezse ayırır; gece şarap kadehiyle ütü masasını kurar. Öyle gülerim ki o haline. Ütü masasının üzerinde şarap kadehi ve ütü yan yana durur. Kapıda beni görürse, sırf güleyim diye o gün çalıştığı dersle ilgili bir şeyler anlatır. Ben de meraklısıyım ya sordukça sorarım.

Birkaç kez ben yapayım ütüyü dediysem de beni dinlemedi. Hatta beni duymazdan gelip şarkılar söyledi. Halbuki benim çok vaktim var ama alışmış kendi işini görmeye, inadını kıramıyorum. Böyle anlarda acaba eskiden de ütüsünü kendisi yapar mıydı diye düşünüyorum. Çünkü Oktay'ı ya da Melis'i ütü yaparken hayal edemiyorum. Herhalde onların işini başkaları yapıyordur. Ozan'ı gözümle görmesem inanmazdım ama... Mesele zenginlik fakirlik meselesi mi yoksa iş yapan erkek fikrine mi yabancıyım bilmiyorum.

Bir kere merakıma yenik düştüm. Eskiden de ütüyü ya da ev işlerini sen mi yapardın dedim, biraz susup hayır dedi. Haftada iki gün eve gelen bir kadın varmış. Şimdi ayda yılda bir canı isterse çağırırmış. Ben varken hiç gelmedi. "İstersen çağıralım yine," dedi. Üstüme iyilik sağlık diyemedim. Ben evde camış gibi yatarken bir kadının temizlik yaptığını hayal bile edemedim. Ama galiba Ozan "eskiden" bahsetmekten pek hoşlanmıyor. Bir şey dediğinden değilse de, gözünün önünden bir şey geçiyor konuşurken ya da bir şeylerin rengi değişiyor. Hassas olabilir ve ben de o hassasiyete tuz döken yabancının tekiyim.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekWhere stories live. Discover now