Ama, sahipsizlerin sahibi ALLAH değil midir?

Süreyya buna güvendi. Direndi. Bir an olsun yaş dökmedi onların gözü önünde. Amma bir an olsun da yılmadı, direnmekten vazgeçmedi. Seymen, onun ağabeyiydi. O da Seymen'in gözünde bacısı Selma'dan ayrı değildi. Bunu ikisi de çok iyi biliyor, görüyor, gösteriyorlardı. Ama bey gözünü kapadı, kulağını tıkadı. Karısı da. Onların eline bakanlar da.

İstemediği hayatı, o şatafatlı zindanda yaşamaya zorlanırken bir çıkış kapısı buldu Süreyya. Aşçı Melike'nin kızına masallar anlattı bir gece. Öylece kendiliğinden dilinden, yüreğinden, gönlünden, acısından dökülen üç tane masal. Çocuk bayıldı, yandı tüttü bu masallara. Süreyya'ya da iyi geldi. Söyleyemediği, haykıramadığı şeyleri masallarda olayların arkasına saklayıp öyle söylüyordu. Ne güzel rahatlama... Ne güzel ferahlık. Süreyya devam etti buna. Nerede bulursa aşçı kızına masal anlatmaya başladı. Sonra başka çocuklara da. Dallandı, budaklandı, çeşitlendi masalları. Çocuklar etrafında pervane oldular. Aslında büyüklerin bile hoşuna gidiyordu ya, bey ile karısından korkularına kızın yanına gidip te dinleyemiyorlardı.

Amma nasıl olduysa oldu, Süreyya'nın masalları Amasya'nın tepelerinde, Yeşilırmak'ın dalgalarında, kayalarda, beyaz konaklarda rüzgar oldu esti. Artık Süreyya masallarına yaşıyordu. Onlarda kurtuluyordu. Onlarda büyüyor, güçleniyor, zindandan kaçıyor, okuyor, düşlerini gerçek ediyordu. Sonra bütün kötüler cezasını buluyor, bütün küçük kızlar zincirlerini kırıyordu.

Bir gün bir çocuk, Masalcı dedi ona.
Nereden oldu nasıl oldu, yayıldı bu namı, artık beyin, karısının duymadığı yerlerde Süreyya'nın adı; Masalcı aşağı, Masalcı yukarı...

Ve Süreyya son derece memnundu bileğinin, yüreğinin, kaleminin hakkıyla kazandığı bu namdan.
Seymen Bey'in nişanlısı değildi... Bey gelini değildi... Süreyya Hanım değildi...
Masalcı idi, kendi seçtiği, çocukların sevdiği adın sahibi...

Süreyya masallarının ardına sığınır, saklanırken, Seymen de kendi karanlığında boğuşup durmaktaydı elbette.
Seymen bir bey oğluydu, bir beyin varisi... Herkes gözünün içine bakar her sözü yerine getirilirdi. Amma Seymen'in sözü, babasının sözünü ileri geçemezdi. Seymen güçlüydü. Gözüpek, dikbaşlı, dirençliydi. Amma babasına direnemezdi. Öyle büyümemişti. Bir sınır vardı. Seymen o sınırı geçemezdi... Babası işler yapardı... Seymen'in asla tasvip etmediği, etmeyeceği, benimsemediği, benimsemeyeceği işler... Amma Seymen, başını duvara vurur, kulaklarına taş tıkar, bağrına kor basar ama babasına saygısızlık etmezdi. Edemezdi.
Öyle yetişmişti.
Seymen, büyüdükçe, bey babasından da, bey oğulluğundan da, kendi beyliğinden de nefret etmişti. Bir arslan yürekli, temiz, alın teri helal rızkıyla yaşayan çiftçinin oğluyla yer değiştirmeyi pek isterdi...
Amma Seymen, ses çıkarmadı, çıkarsa da dinletemedi, canı daha çok yandı, o bir kartaldı, kafesin parmaklıklarına daha çok çarptı, gür kanatlarından çok kan aktı...

Amma ne zaman ki dediler ; Süreyya'yı alacaksın.
Bebekliğini bildiği Süreyya'yı, bacısı Selma'dan ayırmadığı Süreyya'yı, düşünce dizini abi soluğuyla üflediği Masalcı Süreyya'yı...
İşte o zaman her şey değişmişti.
Seymen ölü müydü? Seymen zalim miydi?
Seymen, kız kardeşi bildiği kızla, nasıl nikah altına girsindi?!
Damarlarından kanları çekildi, soluğu ciğerlerinde buz kesti, canı boğazına dayandı.
Ve Seymen, direndi, bağırdı, çağırdı, demirden yumruğuyla duvarları yıktı indirdi ama yine de dinlenmedi.
Nefreti, öfkesi daha çok büyüdü.

Ve terk etti doğup büyüdüğü topraklarını...
Öyle yüksek tahsil yapan pek olmazdı o zamanlarda. Seymen gitti, senelerce üniversite okudu. Mezun olur olmaz askere gitti. Sınavla yüzbaşı oldu. Doğu illerinde, terörün en kıyısı olduğu, halkın korunmaya en ihtiyacı olduğu zamanlarda görev yaptı. Seymen kurşunlara, ateşlere, ölümlere yürüdü. Belki Hakk Teala ona ölümü nasip eder de memleketinde onu bekleyen darağacından kurtulur diye.
Vakti saati dolmamış. Seymen ölmedi.

KanıkaraWhere stories live. Discover now