38. Şeytanın İkâmetgahı

Start from the beginning
                                    

"Bir kere ya!" dedi. "Bir kere sorun çıkarmasanız olmuyor mu? Bir kerecik takılmasanız ayağıma. Bir kerecik yalnız mutlu etseniz olmuyor mu? Bir kere gölgelemeseniz mutluluğumu. Bir kere üzmeseniz. Ben yaptıkça yıkmasanız." Sonunda boş bir çığlık bıraktı havaya. Bir canavar gibi. Ateşi harlanmış soba sesi gibi. "Hııııı!" Öyle yapardı kömürle şişirilmiş soba. Ayaklanıp koşacakmış gibi gürler ve titrerdi olduğu yerde. Peş peşe duvarlara vurdu Bahar. hem bağırdı hem vurdu.

"Yavrum," dedi ağzı burnu ağlamaktan buruşan kadın. "Yemin olsun çıkamayız dedim ben. Beş dakika dedi Oktay. İniverdik. Allah belamızı versin, kurban olayım üzülme sen."

"Üzmeyin o zaman! En mutlu olduğum zamanın bile içine sıçmayın o zaman. Yeter anne yeter! Kendi derdim yetmezmiş gibi bir de sizi taşımaktan bıktım. Alt tarafı kıçınızı kırıp bir saat evde oturacaksınız, onu bile yapamıyorsunuz, yeter anne!"

"Affet yavrum," dedi bu kez kıpırtısız duran kadın. "Biz istemedik. Oktay oğlum bir çay için dedi. Dedik olmaz ama dinletemedik."

"Hâlâ oğlum diyorsun!" diye kükredi bu kez Bahar. Tekrar etti sonra; "Domuz gibi yaşamaya alışmışsınız. Sizin neyinize sevilmek! Üç posta dövmeyen kıymetli olmuyor senin hayatında. İlle sıçılacak ağzına. İlle itin götüne sokmaları lazım seni. İnsanca sevmekten, sevilmekten anlamıyorsun. İyiyi kötüyü anlamıyorsun. Sapla samanı ayıramıyorsun. En az babam kadar aptalsın. Bir raporun eksik."

Yüzünü eğip ellerini mantosuna silmeye başladı kadın. Soğuk soğuk terliyordu olduğu yerde. Bahar bunu görünce daha beter sinirlenip de girdi odaya. Kapıyı öfkeyle çarptı. Birkaç alçı kırıntısının toz olup yere döküldüğünü anladığında, bu kez arkasına dönüp başını kapıya yasladı. "Özür dilerim," dedi kimsenin duyamayacağı bir sesle. "Özür dilerim. Özür dilerim." Kimdendi bu özür? Alçısı dökülen duvardan mı? İçinde mutluluk gezdireceği eve bağırtı soktuğu için evden mi? Çarptığı kapıdan mı? Bu evin kıymetli sahibi olan anneden mi? Yoksa bugün bu evi yaşatan, evin hem sahibi hem de bekçisi olan o prensten mi? Ozan...

Öyle ya, Oktay'ı görünce nasıl da kirece dönmüştü Ozan'ın yüzü. Nasıl kıpırtısız kalmış ve saniyeler önceki neşesinden savrularak uzaklaşmıştı. "Ben gideyim," diyebilmişti sadece. "Ben gideyim. Yarın gelir, alırım sizi." Almak, otogara götürmek içindi. Ama, ama nasıl da kırıktı kolu kanadı, nasıl boynu bükük dönmüştü arkasını ve nasıl çökmüştü omuzları!

Bahar dizlerinin üstüne çöküp büsbütün eğildiğinde bir kere daha "Özür dilerim!" dedi. Eli dövdüğü kapıyı severken bedeninin yükünü taşıyamayıp yere oturdu. Midesinden ağzına yükselen acı suyla kıvranırken nefes almak zordu. Bir eli karnını sardı. Bir eli kapıda, alnının yanı başında öylece kaldı. peş peşe tekrar etti. "Özür dilerim Ozan, özür dilerim."



*



"İnsan ne yapacağını da bilemiyor," dedi Ozan, Efendi'ye. Elleri ceplerinde öylece yürüyordu İstanbul sokaklarında. Hangi sokaklara girip çıktığını bile bilmiyordu. Kalabalık mıydı sokaklar, tenha mı? Hava karanlık mıydı, gece çökmüş müydü, yoksa sabah mı olmuştu? O kadar önemsizdi ki bu... O, mahalle sakinlerini omuzlarına almış yürüyordu. Sağ yanında Efendi ile ağlamaklı bir Yabancı vardı. Sol yanında uyuklayan Düzkafa.

Esasen Düzkafa yok gibi bir şeydi. Ara ara küfür etmese varlığını bile unuturdu. Sol omuzuna boylu boyunca uzanmış, bacağını da çelmişti. Elleri ensesinde yastıktı. Şayet Oktay'lı bir cümle duyarsa yattığı yerden küfrediyordu.

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekWhere stories live. Discover now