Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı

Zacznij od początku
                                    

  Onun konuşmasına daha fazla dayanamadığım için, "Yeter artık!" diye bağırdım. "Sus."

  Atım aniden çıkan yüksek sesim karşısında ürkerek yalpaladı, dizginleri çekip boynunu okşamaya çalışan ellerim titriyordu. İşin doğrusu sadece ellerim değil tüm bedenim titriyordu. Attan aşağı atlayıp yorgunluktan bayılana kadar koşmamak için kendimi zorlamam gerekiyordu.

  Aristo şaşkın bir şekilde atının üzerinde bana döndü. Meraklı bakışları suratımda dolanırken zihnime musallat olan hayaletlerin gittiğini anlayarak rahat bir nefes aldım. "Kendi kendime konuşuyorum," dediğimde eski Mara'nın kıkırtısını duyduğuma yemin edebilirdim. "Gerginim."

  Pella'ya giden yol düzgündü. Hades'in geçidi bizi şehre yarım günlük mesafede bıraktığında yol gözümde büyüse de Rae'nin biraz daha dinlenmesi için bu mesafe iyiydi. Şimdi önümüzde görkemli şehrin ilk binaları belirirken zihnimi toparlamak için çok az vaktim vardı.

  Aristo ve ben önde gidiyorduk. Selene ise bizim arkamızda, Rae'nin içindeki arabayı çeken atlardan birini sürüyordu. Diğer yanında Fiba dikkatle atların aynı hizada gitmesi ve Rae'nin arabasının sallanmaması için büyük bir çaba gösteriyordu. Yola çıkmadan önce onu battaniyelere sarmış, yanına da bir testi su bırakmıştım.

  Rae yola çıktıktan kısa bir süre sonra kendinden geçmişti. Onu uyandırmak istemiştim ama Selene hazırladığı bir karışımı ona içirirken uykusunda iyileşmesinin daha kolay olduğunu söyleyerek bana engel olmuştu. Ona tanrımın görünürde bir yarası olmadığını söyleyemedim. Keşke öyle olsaydı. Keşke bir hançer ona denk gelseydi de açıkta yarası olsaydı. En azından bir hançer yarası ruhundaki delikten daha çabuk kapanırdı.

  Aristo yalnızca bedenimi değil, o savunmasız kabuğun içinde gizlenen ruhumu da görebiliyormuş gibi gözlerini kıstı. "Sen tüm insanlığın vücut bulmuş hali gibisin," derken sesinde anlamını çıkartamadığım bir karamsarlık vardı. "Elimizde olsa hepimizin yapacağı şeyi yapıyorsun, onları devirmeye çalışıyorsun."

  Bedenimdeki gerginliği rahatlatmaya çalışarak sırtımı dikleştirdim. "Hayır, ben sadece onu korumaya çalışıyorum." Dudaklarımdan tatsız kelimeler dökülürken ağzımın içi sanki kavrulur gibiydi, Nestor'un şaraplarına hiçbir zaman o zamanki kadar ihtiyacım olmamıştı. "Ben bencil bir kadınım Aristo," dedim. "Onları devirmekle değil, benim olanı korumakla ilgileniyorum."

  Aristo o kadar yumuşak bir şekilde güldü ki kulaklarımın doğru duyup duymadığına bile emin olamadım. Gözleri suratımın yarısını gizleyen başlığın ve siyah yol kıyafetlerimin üzerinde telaşsız bir yavaşlıkla dolaştı. "Sen bencil bir kadın değil bir insansın," dedi. "Tanrılar da bir zamanlar insandı, ne zaman kendilerini herkesten ve her şeyden üstün görmeye başladılar, işte o zaman insanlıklarını yitirerek kandan ve duadan beslenen kibirli yaratıklara dönüştüler."

  Alayla güldüm. "Benim bir insan olmadığımı biliyorsun." Etrafta uzanan ağaçlara baktım, öten kuşların sesi kulağıma ilk defa bu kadar kederli geliyordu. Yeşilin ve doğanın bana kendimi bu kadar savunmasız hissettirdiği hiç olmamıştı. "Tanrılar da hiçbir zaman insan olmadı. Onlar, tanrı işte. Onlara her ne kadar inanmak istemesem de oradalar."

  Aristo'nun tek kaşı keyifle yukarı kalktı. "İnsan sadece ölümlü bedeninin içine sıkışıp kalmış o aciz ruhu temsil etmez, hanımım. İnsan; umudu, aşkı ve acizliği temsil eder. Doğum yapan annenin feryadını ölümde kayıkçının sikkelerinin sesi yutar. Biz yaşar ve ölürüz, onların aksine. Bizi tanrılardan ayıran ne biliyor musun Mara? Bizim daima kaybedecek bir şeyimiz var, hiç olmazsa Hades'in enin sonunda alacağı bir canımız var. Ama onların kaybedecek bir şeyleri yok çünkü kazanacakları bir şey de yok. İstedikleri her şeyi kazanmış durumda olan ilahların kibri de bundan gelir işte. Onları devirecek bir gücün var olabileceğini düşünmeden kibirleriyle hareket ederler. Aynı zaman gibi."

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz