Koray, Güneş'in tavrını farketmedi ve eline bir tane şiş aldı, diğer eline de etlerin olduğu kabın içinden çıkardığı yüreği alıp Güneş'e baktı. "Bak şimdi," diyerek elindeki şiş ve yüreği Güneş'e gösterdi ve Ahu diye hitab ettiği şişi yüreğin içinden geçirdi. "Şunun anlamını bir bilseniz," diyerek iç çekti ama hiç bir şey anlamadık.

Güneş'le ikimiz anlamaz gözlerle bir süre birbirimize baktık. Daha sonra Güneş yüzünü buruşturarak Koray'a baktı ve, "O şeyi gerçekten yiyecek misin?" dedi. Koray yeniden derin bir iç çektikten sonra Güneş'e baktı ve yüzündeki hüzünlü ifadeyi bir anda silerek, "Bunun ne kadar faydalı olduğunu bir bilsen," diyerek yürek dizdiği şişi mangala yerleştirdi. "Ayrıca çok da lezzetli!"

Patlıcanların ve biberlerin kabuklarını soyduktan sonra doğrama tahtasına koyup doğramaya başladım. İlk olarak patlıcanları doğradım. Daha sonra közlenmiş biber, soğan ve sarımsakları patlıcanın üzerine ekledim ve bıçağın keskin tarafıyla vurmaya başladım. Küçük hareketlerle sebzeleri ezmeye başlamıştım. Bu sırada daha önce de defalarca kez aklıma gelen bir görüntü yine zihnimde canlanmaya başladı. Üzerinde beyaz önlük olan, göbekli, iri yarı bir adam bana doğru yaklaşıyordu. Yüzü yoktu zihnimdeki bu adamın. Ağır adımlarla bana doğru yaklaşıyor, üzerime tükürükler saçarak bağırıyordu. Seni küçük fahişe!

Evet yüzü yoktu zihnimde ama bariton bir sesi vardı. Aklıma her geldiğinde tüğlerim diken diken oluyordu. Zihnimi her istila edişinde kalp atışlarımı hızlandıran, beni bulunduğum evrenden bambaşka diyarlara sürükleyen kalın, korkutucu bir ses! Neydi bu? Neden belli zamanlarda aklıma geliyordu? Hiç bilmiyorum. Girdiğim bir Füg halinde yaşanmış bir olay mıydı diye düşünüyorum ama Füg halindeyken yaşadıklarımı unutmazdım ki ben.

"Dikkat et!"

Zihnimdeki görüntülere öylesine dalmıştım ki duyduğum sesle bir anda panikleyerek irkildim. Elimin altındaki sebzelere öyle sert darbeler indiriyordum ki son anda elimi havada yakalayıp bıçağı alarak, parmağımı kesmeme engel olan adama döndü bakışlarım.

Gözündeki güneş gözlüğüne rağmen yüzüne vuran güneş, gözlerinin rengini daha da belirginleştirmişti. Kahverengi saçlarıysa güneşin etkisinden olsa gerek koyu kumral bir hâl almış, gözlerimi kamaştırmak istercesine ışıldıyordu. Beyaz bir tişörtün altına siyah bir eşofman giymişti. "Elini kesecektin Şeker!"

Evet, o buradaydı. Olcay'dan sonra son zamanlardaki en büyük kabusum olan adam tam karşımdaydı. İlk bir kaç saniye yüzüne baktım sadece. Rüzgâr'ı görmeyi beklemiyordum çünkü Koray bana Rüzgâr'a haber vermeyeceğini söyleyerek beni buraya gelmeye ikna etmişti. Bakışlarımı Rüzgâr'dan çekip sinirli bir şekilde Koray'a döndüm ve öldürücü bir bakış attım. Âdi yalancı!

"Titriyorsun, otur şuraya lütfen," diyerek omuzlarımdan tutup sandalyeye oturmamı sağladı. Daha sonra masadaki peçeteden büyük bir parça koparıp ellerimi silmem için bana uzattı. Koray mangalın başından ayrılarak bize doğru yaklaştı ve Rüzgâr'a sarılarak, "Kardeşim hoşgeldin," dedi. Bu sırada benimle gözgöze gelmemeye dikkat ediyordu. Güneş yerinden kalkmadan elini kaldırarak Rüzgâr'ı selamladı. "Rüzgâr hoşgeldin." Belli ki Güneş'in de haberi vardı Rüzgâr'ın geleceğinden. Ona da sert bir bakış attım. Arkamdan iş çevirmiş olması canımı sıkmıştı. Omuzlarını silkerek sırıttı ve Koray'a bakıp, "Koraycığım ben çok acıktım," dedi.

"Birazdan hazır olur, sen masayı hazırla," diyerek Güneş'e tebessüm eden Koray'ı şuan öldürmek istiyordum. Özellikle Rüzgâr'ın gelmemesini söylemiştim ona. Neden bilmiyorum ama, o gün sevgilim yalanını söylediğimden beri Rüzgâr'la yüzyüze gelmek istemiyordum. Söylediğim yalanı anlayacak endişesinden mi yoksa böyle bir yalan söylemenin vicdan azabından mı bilemiyorum ama içim hiç rahat değildi.

FÜGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin