33.BÖLÜM

42.7K 4.6K 2.7K
                                    

Bugün yine kulaklarıma dolan o eşsiz seslerle gözlerimi açtım. Son üç gündür sabahın erken saatlerinde beni uykumdan uyandıran o güzel kuş sesleri... Baharın müjdecisi, insanın içini ısıtan, belki de dünyanın en güzel sesi. Yatağımdan kalkıp bu eşsiz sesleri daha iyi dinleyebilmek için balkon kapısını açtım. Kapıyı açmamla yüzüme çarpan ılık meltem içimi huzurla doldurup taşırdı yine. Bahçedeki ağaçların dallarında henüz açmakta olan pembe ve mor renklerdeki çiçeklerin kokusu daha şimdiden insanı mest ediyordu. Son üç gündür en sevdiğim koku olmaya aday bu çiçeklerin kokusunu derin derin soldum.

Burası düşündüğümden daha huzur vericiydi. İlk başta gelmek istememiştim ama Rüzgâr beni bir şekilde ikna etmişti. Düşünüyorum da, son zamanlarda her şeye beni çok kolay ikna ediyordu.

O gün evinin bahçesinde, "Seni o yolda asla yalnız bırakmayacağım," derken bunu kastettiğini düşünmemiştim. Resmen beni deliler hastanesinin bir odasına kapatmıştı ama burası bir hastane odasından çok daha fazlasıydı.

Kendi çalışma odasının hemen yanındaki bir odayı benim için özel olarak hazırlatmıştı. Büyük bir televizyon, ikili koltuk, masa, bilgisayar ve küçük bir kitaplık vardı odamda. Canım istediği zaman yemem için küçük bir dolabın içini atıştırmalıklarla doldurtmuştu ve her gün sevdiğim yemekler önüme geliyordu.

Burası kesinlikle bizim evden daha konforluydu.

Son vukuatımdan sonra beni tek başına bırakmak istemiyordu. Bana onunla birlikte aynı evde yaşamayı teklif etmişti ama kabul etmemiştim. Sevgilim olabilirdi ama bu onunla aynı evde yaşayabileceğim anlamına gelmiyordu. "Başka bir çare kalmadı," diyerek beni hastaneye yatmaya ikna etmesi çok da kolay olmamıştı. Tek başına delilerin olduğu bir hastanede kalmak, aklı başında biri için çok korkutucu bir şeydi! Korkuyordum.

Hastanede tek başına olmaktan korkuyordum ama en çok da, Olcay'ın olduğu bir hastanede tek başına olmaktan korkuyordum. "Yalnız olmayacaksın," dedi içime su serperek. "Burada ben de seninle aynı odada kalacağım güzelim," diyerek beni can evimden vurmuştu. Aynı odada kalma fikri beni biraz ürkütsede, Rüzgâr'ın yanımdan hiç ayrılmayacak olması hoşuma gitmişti. Üstelik hastanedeydik ve iki tane ayrı yatak vardı oda da. Sıfır tehlike!

Her ne kadar onu odama kendisi için koydurduğu yatakta bir kez olsun yatarken görmesem de, Rüzgâr benimle birlikte hastanede yaşamaya başlamıştı. İlay'la anılarının olduğu evde artık yaşamıyor, kendisine yeni bir ev bulana kadar burada benimle birlikte kalıyordu.

Rüzgâr beni hastaneye getirdiğinde, "Benden habersiz odandan dışarı çıkmayacaksın," derken çok ciddi görünüyordu. Beni bir saniye bile yalnız burakmıyordu. Her saniyemden haberdar olmak istiyor, gün içerisinde sık sık yanıma geliyor, fırsat buldukça beni dışarı çıkarıyordu. Kendisi çalışırken yanıma ya bir hemşire görevlendiriyor ya da Koray ve Güneş'i çağırıp yanımdan ayrılmamalarını söylüyordu. Bu biraz can sıkıcı bir durumdu benim için. Sürekli yanımda birileri olunca rahat edemiyordum. Rüzgâr'a itiraz edemiyordum ama sanırım ömrümün en huzurlu günlerini geçiriyordum.

Olcay'la aynı çatı altında yaşıyor olmak bile korkutmuyor beni. Rüzgâr vardı yanımda, Olcay dokunamazdı bana. Üstelik güvendeydim burada. Herhangi bir zamanda hastalığımın nüks etmesi durumunda hemen müdehale edecek insanlar vardı etrafımda. Bu hastalığın bana yaptıracağı şeyler beni de korkutuyordu. Kendi iradem dışında yaptıklarım, yapacaklarımın teminatıydı bir bakıma. Bu yüzden Rüzgâr'a itiraz edemiyordum.

Güneş bile imrenmeye başlamıştı halime. Öyle söylüyordu ziyaretime her gelmesinde. Dün yanıma geldiğinde, "Sendeki rahatlık paşalar da yok," demişti. Öyleydi de. Burada çok rahat ve huzurluydum.

FÜGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin