Geçmiş, 1

36 6 0
                                    

Geçmiş, 1

"İstediğim her şeye sahip olduğum bir rüya gördüm."

Zil çaldığı zaman Paul "Ben bakarım." diyerek ayağa kalktı. Pazar günlerini ailecek fazla sevmezlerdi. Yarın pazartesi olduğu için dışarda tam anlamıyla eğlenemiyorlardı. Çocukların okulu, Paul ve Jules'un ise işleri vardı. Bu sebeple pazar akşamlarını artık bir geleneğe dönüşmüş olan puzzle çözmeye ayırıyorlardı. İki yüz elli parçalık bir manzara resmi vardı önlerinde şu an. Resmin ortası gökyüzü ve deniz olması sebebiyle mavi tonlarındaydı ve geri kalan kısım da ağaçlık alan olduğu için yeşil ve kahverengi. Jules parçaları renk tonlarına göre ayırmakla uğraşıyor ve herkesin önüne dağıtıyordu. Dört kişi oldukları için dörde ayrılmışlar hepsi bir köşeyi yapıyordu.

"Baba pizza mı geldi?" Emma ve Neal yıllardır hiç yemek yememiş gibi hevesle bakıyorlardı. Paul ise gözlerini Jules'tan kaçırmakla meşguldü.

"Evet kurabiye ve pizza geldi." Salondan hızla çıkmıştı. Çocuklar onun arkasından kıkırdarken Jules kafasını sallıyordu. Sağlıksız yiyecekler yemeye bayılıyorlardı üçü de ve onların sağlığını düşününce de 'despot' oluyordu. Paul içeri elindeki kutularla girince hala Jules'a bakmıyordu. Çocuklara birer dilim pizza uzattıktan sonra kısık sesle "Hayatım sen de ister misin?" diye sormuştu. Jules onun eline hafifçe vurup güldü. "Kes şunu!" Ne zaman dışardan yemek söylese ondan korkuyormuş gibi davranırdı. Aralarındaki bir espriye dönüşmüştü ve bunu ne zaman yapsa çocuklar gözlerini devirirlerdi.

Jules bir dilim pizza aldığında kısa bir süreliğine gözlerini kapattı. "Tanrım..." Mantarlı pizzaya bayılırdı. Neal ise yüzünü buruşturarak yiyordu. "Hiç güzel bir pizza değil." Bir ısırık daha almıştı. "Aç olmasam yemem..."

Emma ona bilmiş bir şekilde bakarak "Doyduğun bir anı hatırlamıyorum." diye homurdandı.

Paul onlara bakarak eşine döndü. "Ne kadar güzel anlaşıyor değil mi?" Jules kafasını sallayarak onu onayladı. "Gözlerimi yaşartıyorlar."

Yemekten sonra kurabiye yiyerek puzzle çözmeye devam etmişlerdi. Saat onu geçtiğinde çocuklar uykularının gelmediğini söyleseler de odalarına yollanmıştı. Yarın erken uyanmaları gerekiyordu.

Paul ve Jules birer kadeh şarap doldurarak balkona çıkıp sandalyelerine oturup yirmi dört saat canlı olan şehri izliyorlardı. Ilık bir akşam olduğu için balkonda oturmak onlar için güzel bir fırsattı. New York'ta kışlar çok sert geçtiğinden sonbaharın keyfini çıkarıyorlardı.

Jules için her ayın her mevsimin ayrı bir güzelliği vardı. Yaşadığı şehri ve küçük apartman dairesini çok seviyordu. Pittsburgh'de doğup büyümüş olmasına rağmen yuvası şu an bulunduğu yerdi. Dünyadaki en sıcak köşe. Ait hissettiği tek yer. Bu daireyi Paul'la ilk bulduklarında biraz küçük olduğunu düşünseler de Jules daha ilk dakikadan bu küçük dairenin onların evi olacağını hissetmişti. Evin her yerini birlikte döşemişlerdi. Salondaki bir duvar Jules'un devasa kitaplığından oluşuyordu. Paul ise kitaplığın karşısındaki duvara küçük bir bar köşesi oluşturmuştu. Çeşitli biblolar ve resimler dekorasyonu tamamlıyordu. Geniş, gri koltuk takımları, kahverengi bir halı vardı. Balkon kapısının bulunduğu ve koltuklardan birinin arkasının yaslanıldığı duvarda tuğla görünümlü çıkartmalar bulunuyordu. Buraya taşındıklarında Paul bunu kendisi yapmıştı.

Jules sandalyenin arkasına astığı şalı omuzlarına atıp sıkıca sarındı. Kadehinden bir yudum alırken "Biliyor musun?" diye mırıldandı. Paul bu esnada sigarasını ağzına yerleştirmişti ve eliyle siper yapıp sigarayı yakmaya çalışıyordu. Tek kaşını kaldırıp Jules'a baktığında Jules gülerek öne eğildi ve çakmağı onun elinden aldı. Paul iki eliyle siper oluşturduğunda Jules sigarayı yakmıştı.

Paul içine derin bir nefes çekerken alaycı bir tavır takınarak "Bu rüzgarlı havada niye balkonda oturduğumuzu mu? İnan bilmiyorum." dedi.

Jules gözlerini devirip elini boşlukta salladı. "Sıkıcı pazar akşamlarımızı çok seviyorum."

"İtiraf etmekten utanıyor olsam da ben de..." Jules'un meraklı bakışları üzerine Paul ekledi. "Yaşlı hissettiğim için utanıyorum."

"Otuz bir yaşlı demek değil, yetişkin demek." İkisinde de yaşlanma takıntısı vardı. Özellikle Jules'ta. Bazen bu takıntı seviyesi öyle bir noktaya ulaşıyordu ki evdeki eşyaların modasının geçtiğine düşünüyor -daha alalı iki ay olsa bile- yenileriyle değiştiriyordu.

Paul söyleyeceklerini kafasında tartıyor gibi görünen bir ifadeyle eşine bakıyordu. "Yaştan dolayı değil aslında demek istediğim." diye mırıldanmıştı. Sigarasını içine çekti. "Dokuz ve yedi yaşlarında iki çocuğumuz var. Bazı şeyleri erken yaşadığımızı ve fazla olgunlaştığımızı düşünüyorum." Bu konunun Jules için çok hassas olduğunu bildiğinden masanın üzerinden uzanıp onun üşümekte olan elini tuttu. "Bunlardan şikayetçi değilim elbette."

Jules ne zaman bu konu açılsa olduğu gibi mahzunlaşmıştı. Paul'un elinin üstünü baş parmağıyla okşayıp "Ürkütücüydü." dedi. Üniversite son sınıfta hamile kalması, ailesinin tepkisi, evlenmeleri ve New York'a taşınmaları... Bunlar şu an uzaktaki anılar olarak kalıyordu ama yaşaması oldukça güçtü. Paul ve Jules bile bir noktada hayatlarının tepetaklak olduğunu düşünmüştü. Maddi durumları kötü olduğu için ilk zamanlar ailelerinden destek almak zorunda kalmışlardı ki bu ikisini de oldukça gücendirmişti. "Ama şu an geldiğimiz noktadan dolayı gurur duyuyorum." Jules gülümsemişti. "Seninle gurur duyuyorum, kendimle ve çocuklarımla." Hayatları onların tahmin ettikleri hayat çizgisinde ilerlemişti. Bu çizgiye göre önce mezun olmaları, sonra New York'a taşınmaları, dünyayı gezmeleri (Paul dünyadaki bütün şehirlerde bulunmak istiyordu), kariyerlerini ilerletmeleri ve en sonunda evlenmek vardı.

Paul Jules'un elinin üstüne minik bir öpücük kondurmuştu. "Ben de seninle gurur duyuyorum ayrıca geldiğimiz noktanın da hayalimizden çok uzak olduğunu düşünmüyorum." Boştaki elini kaldırıp iki parmağını kaldırdı ve ekledi. "Sadece artı iki ortağımız var." Jules gülmeye başlarken Paul hala devam ediyordu. "Reşit olduklarında onları başımızdan atarız." Jules kaşlarını çattı. "Çocuklarımı atamazsın Paul Strout."

"Yılda birkaç kere tatile çıkabiliyoruz ve şu zamana kadar otuzdan fazla ülke gezdik." Paul tekrardan ciddileşmişti ve Jules onun bu ani geçişine kıkırdamıştı. Paul saydığı her maddeden sonra havaya görünmez bir tik atıyordu. "Hala dünyadaki tüm şehirlerde bulunma hayalimden epey uzağım, farkındayım, ama deniyoruz işte... Senin kariyerin her geçen yıl daha ileri gidiyor. Düzenlediğin kitapların birçoğu çok satanlar listelerine giriyor. Ben New York Üniversitesi'nde çalışıyorum, birkaç yıla Harvard'a geçeceğim buna inanıyorum."

"Böyle sayınca epey çok şey yapmışız."

"İyi ortaklarız."

"Öyleyiz." Kadehlerini tokuşturup titreyerek bir süre daha balkonda oturmaya devam ettiler.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Sep 03, 2022 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

EvergreenWhere stories live. Discover now