Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü

Start from the beginning
                                    

  "Hayır," dedim hiç vakit kaybetmeden. "Şehrin bu halde olduğunu bilmiyordum." Bir yalan ama bu düşünceyi Rae'nin takip edemeyeceği kadar büyük bir hızla zihnimden uzaklaştırdım. "Meadros'un babasını burada bulabileceğimizi düşünmüştüm."

  Rae başını belli belirsiz salladı. "Sanırım dönsek iyi olacak Mara," dedikten sonra yeniden biraz önce çıktığımız suya doğru ilerledi.

  Şimdi olmazdı. Geçitleri sadece benim bozabileceğim bir büyüyle mühürlediğimi şimdi öğrenemezdi.

  Kolunu tutarak ona engel oldum. "En azından geri dönmeden önce şehre ne olduğunu öğrenebilir miyiz?" diye sorduktan sonra, "Lütfen," diyerek ekledim.

  Rae'nin kararsızlığı duruşundan ve surat ifadesinden rahatlıkla okunuyordu. Bir yanının eve dönmek istediğini biliyordum ama diğer yanı ise şehre ne olduğunu merak ediyordu. Ama daha önemlisi, benim içimi rahatlatmam için bunu yapacağını ve burada kalacağını biliyordum.

  Düşüncelerime sahip çıkarak ona baktım, yaptığım tüm planları hem kendi zihnimden hem de onunkinden uzak tuttum. Buraya neden geldiğimizi eninde sonunda anlayacaktı zaten. En azından o an gelene kadar onu düşüncelerimden uzak tutmayı başarabilirsem elinde geri dönmek için diretecek bir sebebi olmayacaktı.

  Rae uzanıp suratımı okşadığında parmaklarındaki nasırlar tenimi kaşındırdı. "Peki Mara," derken sesi sakin bir teslimiyetle doldu. "Sen nasıl istersen."

  Birlikte tapınaktan şehre uzanan yol boyunca yürüdük. Şehri dışarıdaki tüm tehlikelerden koruyan duvar çökmüş, seçildiğim gün beni şehrin dışında tutan kapılar parçalanmıştı. Sokaklarda hiç kimse yoktu. Ne bir ceset ne de başka bir şey. Geride kalan kırık çömlek parçaları ve dağılmış sokaklar dışında hiçbir şey yoktu.

  Rae'nin gücü bedeninden çıkıp şehrin tüm boş sokaklarını bizden önce dolaşırken kaşları çatılı, bedeni ise gergindi. "Tüm bu insanlar nerede?" Gücünün sınırları biraz daha genişlese de kimseyi bulamadı. Bilememek onu tedirgin ediyor olmalıydı.

  Ama ben biliyordum. Rae'nin bilmediğini biliyor ve bunu ondan gizliyordum. İki gece önce ondan gizli olarak verdiğimiz karar bizi bugün buraya getirmişti.

  Güneş battıktan sonra hepimiz yemek odasında buluşmuştuk. Rae Seus'u kontrol etmek için gittiğinde kısıtlı zamanımız olduğunu biliyorduk.

  Hermes tam karşımdaki sedirde oturuyordu. Onun arkasında Karr ve Tara biraz önce sıkı bir kavgaya tutuşmuş olsa da buna rağmen öfkelerini dizginlemeye çalışarak orta bir yol bulmak için ikisi de çaba harcıyordu. Tara en sonunda parmaklarını koyu renk saçlarının içinden geçirerek pes etti. "Bu yaptığımız şey için bizi asla affetmeyecek."

  Karr'ın kızıl gözleri hala içinde yaralar açmaya devam eden kadının üzerinde dolanırken hiç olmadığı kadar yorgundu. "Eğer onu şehirden kaçırmazsak bizi affedecek bir tanrımız olmayacak."

  Nestor sıkkın bir şekilde iç çekerek oturduğu iskemlede biraz daha yayıldı. "Sadece iki gün kaldı," derken gözleri önce odadaki diğer üç tanrının üzerinde dolaştı sonra da benim yüzümde asılı kaldı. Muhtemelen hissettiğim dehşet suratımdan okunuyordu. "Onu şehirden çıkartıp çıkartmayacağımıza bir an önce karar vermemiz gerek." Yüzüklerle dolu parmakları sabırsız bir şekilde iskemlenin koluna vurdu. "Rae üç gün boyunca ölümlü olacak Mara, onu bu şehirden ya hemen çıkartacaksın ya da cesaretsizliğinin sonuçlarını göze alacaksın."

  Hermes sırtını dikleştirdi. "Onun bir kez daha ölmesini göze alamayız." Haberci tanrının kaşları çatıldı, bakışları karardı. "Zeus'un bir kez daha kazanmasına izin vermektense tüm Olympos'u kanla boyar, buluttan merdivenlerinden tanrıların özünü akıtırım."

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now