Aptal balıkçının öyküsü.

1K 122 64
                                    

"Sonunda seni buldum Jisung."

Deniz dalgalarının taşlara her vuruşunda can yakan o ses, onun dudaklarına karışmış gibiydi. Sırtı rahatsızca gerildiğinde omuzlarını saran koca eller buradayım demek için sarmıştı tenini.

Uzun süredir bu açık alanda oturuyordu Jisung. Fakat üşüdüğünü hiç fark etmediğinden şimdi onun sıcaklığı ısınmasına yetmişti.

"Bu gece nasıldı?"

"Hala dalga geçiyorsun. Resmen beni kandırdın Lee."

"Bir çiçek vardı. Dokununca küser gibi kapanıyordu içine. Dışarıdan baktığımda tıpkı onlara benziyordun. Fakat şimdi tekrar açıldın." Yaramaz elleri gencin omuriliğini turlarken dizlerinin üstüne çökmüştü. Yere oturmak istemiyordu. "Yeterince iyi oynadım mı?"

"Ne saçmalıyorsun sen?"

Kalçasındaki tozları önemsemeden oturduğu yerden ayaklandı. Rüzgar saç tutamlarını dağıtırken karşısındaki adamın yakasını sertçe kavramıştı.

"Konuşsana. Eğleniyor musun dalga geçmekten? Aylarca hiç bilmediğim birisiydin. Hala neden susuyorsun?"

"Jisung sakin olur musun?"

"Amacın ne? Beni delirtip hiç tanımamış gibi hayatına devam etmek için mi uğraşıyorsun? Ha?!" Jisung, bu gece gerçekten iyi değildi. Bunu morarmış göz altlarından, boğuk sesinden, kuru dudaklarından anlayabilirdiniz zaten. "Gel buraya aptal."

Haylaz genci kollarının altına çektiğinde onu sımsıkı sarmaktan çekinmemişti Minho. Sanki elleri titriyor, vücudu ateşler içinde yanıyordu. Ruhu böyle ıstırap dolu bir sevginin içinde kaybolup gitmişti.

Kötü birisiydi. Hayatının her evresinde başına boktan belalar açmış, insanları üzerken pişmanlığın zerresini hissetmemişti. Fakat şimdi ellerinin altındaki Jisung'a zerre kıyamıyordu. Bu yüzden ona yaptığı tüm pislikleri anlatma sırası gelmişti.

"Öncelikle gözlerimin içine bak ve beni iyi dinle Jisung." Çenesini yukarı kaldırdığında kırgın bir çift göz karşısındaki adamın yüzünü hapsine aldı. Ve yavaşca yutkundu. Onu dinliyordu. "Bu gece hakkında konuşmamız gerektiğini biliyorum. Fakat şu an duyacakların belki de benden nefret etmene sebep olacak. Bunu kabul ediyor musun?"

"Umrumda değil."

"Ah, pekala. Lee Minhae, benim abim değildi."

"Ne?"

Kollarını serbest bırakıp Jisung'un birkaç adım geriye gitmesine izin veren Minho, az önce yere oturmak istememişti. Fakat şimdi, oturması ve bir sigara yakması gerekiyordu. Bu yüzden küçüğün kalktığı yere yerleşip cebini alelacele karıştırdıktan sonra sigarasını yaktı usulca.

"Minhae, aslında benim küçük erkek kardeşim bense onun haylaz abisiydim. Fakat ailem, çoktan öldüğümü düşünüyordu çünkü Minhae biz yeterince küçükken kanlı mendilimi sunmuştu onlara."

"Yani sen?"

"Yani ben Lee Minho, bu gece ailemden sandığım insanlara yıllardır görmedikleri Minhae'nin tam karşılarında olduğu süsünü vermek istedim."

"Peki ya gerçek Minhae, ona ne oldu?"

"Çoktan yurt dışına kaçtı. Zaten aklı başında bir çocuktu ve ailemin boktan mirasıyla uğraşmaktansa kendi işimi yaparım, dedi. En son onunla konuştuğumda evlenmek üzereydi. Şimdi ne haldedir bende bilmiyorum."

Sigarasını gelişigüzel söndürdü. Derin bir nefes aldı ve yanına ne ara oturduğunu bilmediği Jisung'un dizine sessizce uzandı. Saçlarını okşamasını, gözlerinde kaybolurken yaşadıklarını anlamasını istiyordu sadece. Jisung bunu yapabilir miydi ki?

"Annen?"

"Öldü. Onu babam öldürdü."

"Baban?"

"Şiddet bağımlısıydı. Bizleri hiç sevmediği için tek derdi paradır. Bu yüzden yıllarca değişik işlerle uğraşmış, uyuşturucu kaçakçılığı, dolandırıcılık, kısacası aklına gelebilecek kötü ne varsa yapmıştı. Ruhunu para karşılığı şeytana satan birisi işte."

"Adın?"

"Lee Minho." Dudaklarını öpmek istiyordu. Fakat, bu gece Jisung yeterince kızgındı. Onunla uğraşmaktansa kendisini anlatmak daha iyi olacaktı. "Beni affedecek misin Jisung?"

"Sana küs değilim ki."

Ellerini dizlerinin üstündeki bu koca adamın saçlarına daldırdığında gözlerini sımsıkı yumdu Jisung. Huzur doluydu içi. Her ne kadar az önce onu öldürmek istiyor olsa bile bu sevgiyi söküp atması epey zor olacaktı.

O, Minhae olsaydı yine de sever miydi? Severdi. Yalan söylemişti fakat bunu da unuturdu. Söz konusu Minho, olunca unuturdu işte. Kalbi bu aşk için yanıp tutuşuyordu.

Teni aydan bir parça, gözleri külden, sesi meleklerden, elleri en iyi ustalardan, kokusu cennetten alınıp ona bahşedilmişti sanki. Her göz göze geldiklerinden nefesi kesilecek gibi olurken dokunuşları Jisung'u öldürmeye yetiyordu.

Bu yüzden Minho'nun öpmesini beklememişti. Kafasını aşağı indirip yumuşak bir öpücüğü sevdiği adamın dudaklarına bırakırken kuru dudakları aradığı temiz suya kavuşmuş, içindeki o korku yerini huzura bırakmıştı.

"Seni çok sevdiğimi biliyor musun Min?"

"Peki, ya sen sana aşık olduğumu biliyor musun Jis?"

"Aşk, mı?"

Başını iki yana salladı. Ağlamadan önce sevdiğinin bunu duyması gerekiyordu. Evet, yıllarca aşktan uzakta yaşamıştı fakat artık bu küçük çocuk, tüm güzel duyguları en dibe kadar yaşamalıydı.

Rüzgar ikisinin arasından usulca kayıp giderken, Tanrı bu geceye bir acı daha eklemek istiyordu.

Bir süredir onları saklandığı köşeden sessizce izleyen şeytan, Minho'nun Jisung'un dizlerinden kalkıp oturmasını beklemişti. Şimdi o beklediği anı yakaladığında eli hiç titremedi.

Kurşun tam karşıya yani Minho'nun sırtına saplandığında gece sustu, kuşlar ağladı, ay yarıldı, o yığıldı, Jisung ise öldü.

••••

masör, minsungWhere stories live. Discover now