1. Bir Düğün, Bir Cenaze

19.7K 362 675
                                    

Herkesi derin bir kuyunun içinden izleyip dinliyor gibiydi, oturduğu yerin bir kuyuyla alakası olmasa bile. Etrafında duvar yoktu, yerin dibinde olduğu da söylenemezdi. Tüllerle süslenmiş bir çardağın altında, saymaya üşendiği kadar masanın birleştirilmesiyle oluşmuş, sonsuza uzanan tek bir dikdörtgen masanın etrafındaydı bütün misafirlerle birlikte. Çardağın tahtalarından gerilen lambalar, ve onlar da yetmezmiş gibi tatlı küçük peri ışıkları, çökmeye başlayan akşam karanlığını delmese de yumuşatıp daha sevilesi bir hale getirmişlerdi. Büyüklerin olduğu bir yemekte sıkılan küçük bir çocuk gibi. çatalıyla bıçağının üzerinden yansıttı o ışıkları.

Herkes çok şık, ortam çok güzeldi. Hanımefendiler ve beyefendiler, en güzel kıyafetlerini giyinmiş, en onaylayan ve destek olan gülümsemelerini takınmış, bir masanın başına bakıyor, bir kendi aralarında konuşuyorlardı. Yetmiş kişinin muntazaman, rahat şekilde sığdırıldığı uzun masada, kendisine en başlarda yer bulacak kadar önemli olan bu genç adam, yüzünde sabit, plastik bir gülümsemeyle, dinlemediği her halinden belli olduğu konuşmalara baş sallıyordu. Konuşmalar bir uğultudan farksızdı onun için, bir mana ifade etmiyordu. İçinde olduğunu hissettiği kuyunun duvarlarından yankılanarak geliyordu her şey ona, olduğundan daha kötücül, daha ürpertici.

Yine de hali ve tavrından aşikardı, bu masadaki öneminin farkındaydı. Hemen yanı başında oturan gelin, sık sık elini genç adamın omzuna koyuyor ve kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Kimse ne konuştuklarını tahmin edemiyordu, zira ona da verdiği tepki, masadaki diğer konuşmalara verdiğiyle aynıydı: Aynı plastik gülümseme, aynı baş sallama rutini. Yukarı, aşağı, yukarı, aşağı, yukarı, final. Verdiği cevapların ekserisi tek kelimelikti.

Kendi derisi içinde rahat edemezmiş gibi arada yüzü seğiriyordu, tek bacağı daimi bir ritimde hareketliydi.  Onun haricindeki hareketleri de, koyu deniz yeşili gözlerinin bakışı gibi donuktu. Arada bir konuştuğunda, veya bir soruya cevap verdiğinde, sesi son derece net ve berrak olmasa, damarlarından yüksek dozda sakinleştirici aldığı bile düşünülebilirdi. Ama böyle şeylerle işi olmadığı belli gibiydi, özellikle de önündekinin, düğünün ilerleyen saatlerinde olunmasına rağmen henüz ilk kadehi olduğu düşünülürse.

Tam karşısında oturan mavi gözlü genç adam, dakikalardır onu izliyordu. Tüm donukluğunu, çalışılmış gibi duran hareketlerini, yüzündeki zorla kazınmış gibi duran gülümsemesini — karşısındaki adam en yakın arkadaşı değildi de, onun yerine geçmiş bir robottu sanki.

"Atahan," dedi en sonunda, müziğe rağmen duyulacak kadar yüksek, ama yine de kısık sayılabilecek bir sesle. Mavi gözlerinde derin bir endişe vardı. "İyi misin?"

Sorun şuydu ki, Atahan Haznedar, yaşamak zorunda kaldığı bu anı hak etmek için ne yaptığını bir türlü bulamıyordu. İçinde bulunduğu takvim yılı boyunca bunu ikinci sorgulayışıydı, iki belki çok fazla gelmiyordu uzaktan bakınca, ama içinde yaşamak farklıydı — içinde yaşamak, bir nevi ölmeden cehennem azabından bir tat almaktı onun için.

"İyiyim," dedi, akşam boyunca ilk defa gerçekten gülümseyerek. "Yoruldum biraz."

"Yoruldun." Mavi gözlü genç adamın açık kumral kaşları neredeyse alnına düşen aynı renkli saçlarının arasında kaybolmuştu.

"Yoruldum," diye tekrarladı Atahan, gülümsemesi o plastikliğe hemen geri dönmüştü. Kızarmış gözlerini kırpıştırdıysa da ortada gözyaşı yoktu. "Beni bilirsin. Ama sorun yok diyebiliriz."

Aslında sorun vardı. Yorgun olduğu bir yalan değildi, onu Londra'dan buraya getiren uçak, havalimanında yere değeli daha bir gün olmamıştı. Ama sorunu bu değildi. Sorunu, burada öylece otururken ismini tam olarak koyabileceği bir şey de değildi. Beyaz tahtalı bir odada, tek elinde tahta kalemiyle volta atarak, aklına gelenleri yüksek sesle söyleyip, mantıklı bulduklarını tahtaya yazarsa belki bulabilirdi derdinin ne olduğunu.

Seher YıldızıWhere stories live. Discover now