Otuz Beşinci Bölüm

Start from the beginning
                                    

"Tamam haklısın yine de sakin ol yoksa Karaca bıraksa bile bırakmam."

"Bırak Kuzgun bırak. Havaya konuşuyorsun zaten. Olcay bu. Sence söz dinler mi?"

Çakır'ın alayının ardından Xavier bile gülümsemişti. Ne dediğimizi çok anlamıyordu ama yine de bize uyum sağlıyordu. İyice terlemiştik yıkanmazsam rahat etmeyecektim.

"Buralarda hiç göl ya da nehir var mı? "

"Var miyav. "

Şu terli halimden ve Olcay'ın öfkesinden bir an önce kurtulmak için göle gittim. Burada bizim obamızın aksine çiçekler açmaya başlamıştı.

Suyun içindeyken derin düşüncelere daldım. Mağarada yazan yazıların hepsini okumuştum. Sinirli, agrasif, sabırsız da olsa bazen işe yarıyordu işte.

Yazıları yazan Buga Kağan'ın asıl adı Talu idi. Talu onun çocukluk adı Buga ise han olduktan sonraki adıydı. Buga Kağan yazılarda iki kurttan bahsetmişti ancak aradan asırlar geçtiği için bu kurtların bize faydasının dokunması imkansız.

Göğün çocuklarının gelişini de anlatıyordu. Bu iki kurt onları ormanda bulmuş donarak ölmemeleri için mağaraya kadar kovalamışlardı. Sabahına ise o zamanlar han olmayan Buga Kağan yani Talu tegin onları obalarına getirmişti. Başta diğer insanlar kıyafetlerinden ve görünüşlerinden dolayı onları yadırgasa da bir Agartha üstadının kehanetiyle görüşleri değişmişti.

Agartha üstadı onlara uzak diyarlardan Mu denilen, atalarımızın topraklarından yabancıların geleceğini ve hiç ummadıkları bir anda onların kurtarıcısı olacaklarını söylemiş. Gerçekten de öyle olmuş büyük savaşı insanlar kaybetmek üzereyken o gençler sayesinde kazanmışlar. Buga Kağan onlara gizlice yardım eden üç safkan kan emenden ve iki büyücüden bahsetmişti ancak yazdıklarına göre büyücüler ölmüş diğer üç kan emende bir büyücü tarafından uzak bir dağa mühürlenmişti. Bu üç kan emen General Nigreos ve iki kız kardeşiydi.Puella ve Natalia. Neden insanları öldürmeye çalışırken onlara yardım ettiklerini anlayamıştım.Buga Kağan bunu da açıklamıştı. General Nigreos ve kardeşleri zorla bu savaşa dahil olmuşlardı. Hep beraber uyum içinde yaşamak varken savaş olsun istemiyorlardı. Öyleyse şimdi neden savaş başlatmışlardı? Ne değişmişti? Düşündükçe kafam daha da karışıyordu. Bir de Şevval denen kız vardı. Onun kan emenlerle nasıl bir geçmişi olmuştu?

Olcay'ın söylediğine göre Göğün Çocukları onun arkadaşlarıydı. Onlardan bahsederken gözü uzaklara dalıp giderdi. Sanırım arkadaşlarını ve ailesini kaybetmekten onları bir daha görememekten korkuyordu. Kim korkmazdı ki? Annemi, babamı, Çakır'ı bir daha görememenin düşüncesi bile içimi parçalamaya yetiyordu.

Savaşmak fikri hoşuma gitmiyordu hele ki kan emen denen yaratıklarla ama insanlar için bunu yapmalıydık.

Sudan çıkıp düşüncelerimden sıyrıldım. Dağın eteğinde diğerlerini beklemeye başladım. Güneş tüm içtenliğiyle parlıyordu. Galiba bugün uzun bir gün olacaktı.

OLCAY

"Seni bir kere görsem

Belki rahatlar içim

Yıllar oldu görmedim

Belki de biraz özledim

Ahhhh yetmedi mi be?!

Yetmedi mi kedi?! Terleye terleye tuz gölüne döndüm burada! "

Biraz uyuyabilmiştim ama tabiki yaşadıklarımın hiçbiri rüya değildi. Hani uyanınca her şey eski haline dönecekti?!

Hayaller Roma gerçekler Soma işte.

Diğerleri çoktan göle gidip yıkanmışlardı ama ben hâlâ buradaydım. Onlar muhtemelen rüzgarlı ve ferah bir yerlerde keyif çatıyorlardı. Kedicikte yanımda değildi ki sinirimi boşaltayım. Daha fazla bekleyemeden gölü aramaya başladım. Bulmam uzun sürmedi ateş kelebeklerim sağ olsunlar.

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now