FİNAL

120 49 7
                                    


KARACA

Olcay'ın gözü dönmüştü. Alev alan bedeniyle hiç düşünmeden kan emenleri doğruyordu. O tanıdığım Olcay'dan çok farklı görünüyordu. Kısa sürede tek başına onlarcasını toza dönüştürmüştü. Onun bu halini gören askerler de hırslanmışlardı. Ben ve babam Göktuğ Han'ın yanından ayrılmıyorduk. Han soyundan gelen bir tek o kalmıştı ve Olcay ne olursa olsun onu korumamızı söylemişti. Hatta savaşı geri saflarda izlemesini söylese de Göktuğ Han kabul etmemişti.

"Ben bir hânım Olcay. Benim görevim en önde orduma liderlik etmek."

"Senin görevin canlı kalıp obana dönmek. Unutma Göktuğ Han, o can yalnızca sana ait değil. Geri dönmediğin taktirde obadaki masum canların başına gelebilecek şeyleri düşün. Omzundaki yükün farkına var ve ne olursa olsun canlı kal. Yoksa Börü Han'a hesap veremem. Duydun mu beni?"

Kan emenler ve it baraklar geldikleri tamuya gönderilmişti geriye sadece yedi kan emen ve büyücü kadın kalmıştı. Yedi kan emenden üçü Olcay'ın obaya getirdiği kan emenlerdi diğer dördü ise Olcay'ın safkan olarak tabir ettiği kan emenlerdi.

OLCAY

"Şeçimini yap prenses."

"Ben kan emenlerle gideceğim."

Derin bir nefes verdim.

"Sen gerçekten de bu kadar yüzsüz müsün? Onlar senin ülkeni yok etti!...

Çakır senin için kendini feda etti!"

"Ondan bunu isteyen olmadı."

"Ne?... Ne dedin sen?"

Nefesim sıkışmaya başlamıştı. Duyduklarımı beynim idrak edemiyordu.
Göktuğ da göz yaşlarının yıkadığı gözleriyle bana bakıyordu yumruğunu sıkmıştı.

"Onu niye bu kadar umursuyorsun ki? Ah yoksa aşık mıydın?"

Sinirden dudağımı ısırıyordum. Ne dediğin farkında mıydı bu kız?! Ben onların beraber mutlu olmasını istemişken onun bu yaptığı neydi?

Çakır'a ihanetti.

Halbuki o ne de güzel sevmişti. Herkes bir cevap vermemi bekliyordu. Özellikle de Karaca. Yaşlı gözlerle gözlerimin içine bakıyordu.

"Aşk? Dalga mı geçiyorsun sen benimle?! Sen... Ya sen nasıl bir insansın?! Kardeşimdi o benim. Kan kardeşimdi! Şimdi anladın mı ona diğerlerinden daha fazla değer vermemin nedenini?!... O seni seviyordu Elenor ama şimdi bu halini görseydi..."

İçimden suratına bir yumruk geçirmek geliyordu. Elimi kaldırıp vuracağım sırada Kacaca elimi tuttu. Kafasını salladı. Kulağıma sakin olmamı fısıldadı.

Allah aşkına bu durumda nasıl sakin kalabilirim?!

Nigreos, Puella ve Natalia teslim olmuş kendi yaşamlarına son vermişlerdi. Areas'ı ise bize bırakmışlardı. İçimden ona işkenceler etmek gelse de Göktuğ'a bıraktım. Sonuçta onun babasını ve kardeşini...

Artık gitmek istiyorum.

Obaya gittiğimizde bütün kayıplarımız için cenaze töreni ya da onların değimiyle yuğ yaptık. Onlarla vedalaşacak kadar bile burada durmak istemiyordum bir an önce her şeyi unutmak istiyordum. Üzerimi değiştirip okul formamı ve botlarımı giydim. Kolyeyi ve Ulu Bilge'nin verdiği küpeyi çadırda bıraktım. Akşam olunca Xavier, kediciğim ve üç vampirle birlikte Profesör'le geldiğimiz göle gittik. Portal açılınca önce Xavier kendi zamanına döndü. Sonra Schrödinger beni sinirlendirince onu portalın içine fırlattım artık hangi zamana gitti bilmiyorum. Alev kelebeklerimi Luis, Gray ve Shade'ye verdim. Kolumdaki kelebek dövmesi de gitti. Dilek taşı sayesinde artık vampir değillerdi ama insanlıklarını da kaybetmişlerdi. Buralardan çok uzaklara gitmek istediler ve onlarda portala girdiler. Geriye sadece ben kalmıştım. İşte şimdi gerçekten her şey bitmişti. Son bir defa arkama baktım. Elime aldığım bir avuç toprağa baktım. Ben kendi zamanıma döndüğümde burada tanıdığım insanlar toprak olacaktı. Belki cennette diye düşündüm. Belki cennette tekrar bir araya geliriz.

Köstekli Saatin Sırrı Where stories live. Discover now