35. Ayaklarımızı Isıran Balıklar

En başından başla
                                    

"Mahallede başka deli yok ki," dedi Efendi.

"İyi," dedi öncelikle Yabancı. "Ben de sesi soluğu çıkmayınca bir bakayım dedim. Evi derleyip toplamış. Her yan mis gibi kokuyor. Oturmuş öyle. Önünde gazeteler var. Bir yanında radyo açık, bir yandan da televizyondan akşam haberlerini izliyor."

"Haber mi?" dedi Efendi şaşkınlıkla. Piposunu eline alıp "Yahu!" dedi köftehor bir edayla. "Ne anlar o haberden maberden. Gazeteyle hiç işi olmaz. Edepsiz dergilerden başka bir şey okuduğunu sanmam. Sen yanlış görmüşsündür."

"Yok doğru gördüm. Haber izliyor."

"Sen gelince çevirmiştir kanalı. Başakadır onun izlediği."

Bir kere daha başını salladı Yabancı. "Yok beklediği haber varmış. İki gündür kalkmıyormuş televizyonun başından. Hatta ben şimdi bir şeyler hazırlayıp ona da götüreceğim. Lüzum yok dedi ama iki gündür bir şey yemediğine eminim."

Gözünü Düzkafanın camına dikip "Allah Allah," dedi Efendi. "Neymiş o beklediği? Ne bekleyebilir ki Düzkafa? Turistlerin ne zaman geleceğini mi merak ediyormuş? Yoksa yeni gelecek asistan atamalarını mı?"

Doğrusu Yabancı bir parça kınar gözlerle batı Efendiye. "Hep hor görüyorsun çocuğu," dedikten sonra "Duymadın mı sen olağanüstü hâl ilan edildiğini?" dedi.

"Hükümet devrildi. Yenisi kuruldu. Bir dünya şey oldu..."

Olmuştu da... Dudak büküp "Canım onları elbette duydum. Beklenen şeydi zaten. Ozan kaç asırdır bekliyor bunu. Ancak onu ne bağlar ki?" dedi Efendi. Kaşı gözü Düzkafanın evini gösteriyordu. "Düzkafayı alakadar eden neymiş?"

"Ne demek onu alakadar eden neymiş. Yasakların kalkmasını bekliyor işte çocuk."

Şaşkınlıkla "Hangi yasakların?" dedi Efendi. Hayat devam ediyordu. Zaman makinesi çalışıyor, sistem kusursuz işliyordu. Sorun neredeydi ki? "Hangi yasakların?"

Derin bir nefes alıp elindeki çiçeği kokladı Yabancı.

"Bahar yasaklarının," dedi. "Bahar yasakları kalkmadan Düzkafa da yerinden kalkmazmış."








*


CUMARTESİ


*





Küçük buzdolabını açtığında sanki bir gündür değil, asırlardır bu odaya uğramamış gibi tuhaf hissetti Bahar. Dolapta ne vardı ne yoktu... Kuşlar ne yerdi ne içerdi. Kuşlar için dolabı açmışken kendisi için litrelik bir su şişesi çıkardı. Kavrulmuş dudaklarını suyla ıslatıp yaladı. Dudaklarında hâlâ Ozan'ın tadı var mıydı? Aradı, hem buldu hem bulamadı. Aynanın başına geçti. Elinde su şişesiyle dudaklarını seyretmeye başladı. Sömürülmüş, okşanmış, ezilmiş, ısırılmış, emilmiş, öpülmüş... Bu döngü binlerce kez tekrar etmişti. Dünyada yaşanabilecek en güzel geceydi bu. Üstelik sabah da devam eden; hiç uyumayan arzuların bir araya gelip reçelli ekmek yediği, dişlerinde şeker yanıkları olan, saçlarında bilmediği bir şampuanın kokusuyla terin birleştiği, göğüs uçlarına dikenler batmış gibi tatlı bir kaşıntının musallat olduğu, sırtında karıncalar misali gezen parmakların gölgesinin hâlâ durduğu... Bitiremedi cümlesini.

Aynada gördüğü dudakları mutlulukla iki yana kıvrıldı. Eliyle ağzını örtüp kafesin başına geçti. Uzanıp pencereyi açtı, içeri taze ve sıcak hava girerken tül perde dalgalandı. Eğilip "Çocuklar!" dedi. "Anlatsam neler olduğunu hayatta inanmazsınız. Ama neler oldu bir bilseniz! Ben cenneti gördüm. Yemin ederim ki gördüm! Kimse beni kovmadı, kapı açıktı, içeri adım attım ve..."

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin