25. BÖLÜM / SENDEN SONRA

480 76 8
                                    

Keyifli okumalar

***
Dizleri yerde gözleri ameliyathanenin karanlık koridorundaydı. Kollarından tutanlara, omzundan bastıranlara karşı gelmeye, direnmeye çalıştıkça daha çok yıpranmıştı. “Bir kez göreyim ne olur!” diye haykırdıkça yanıt hep aynıydı: Yapma! Sakin ol!

“Savaaaaş!” bir vaveyla daha koğardığında “Ölmedi!” diye bağırdı. Sesi boğazını yırtarak dışarı fırlayıp can bulduğunda “Söz vermişti!” feveranları dur durak bilmeden devam ediyordu. Yüzü kan kırmızı bir acının harmanındayken nefesi kesik kesikti.

Gözleri gerçeği görmek istemezcesine önünde yere serildiği kapının eşiğinde içeriden çıkacak olanı beklerken ağırca açılan kapıyla çırpınışları saniyelikte olsa duraksadı. Atışları zayıflamış kalbi bir umut dercesine güçsüzce kafesini döverken üzeri beyaz bir örtüyle kapanmış bedeni gördüğü an tüm çırpınışları bir anlığına anlamını yitiriverdi. Her şey bitmiş olamazdı. O böylece gidemezdi, gitmemeliydi.

“Ooh...” cansız bir soluktu boğazında kalakalan. “Gitmiş olmazsın.” diye dudaklarını kıpırdatırken önünden acelesizce geçip giden sedyeyle omuzları öne doğru büküldü. “Ahhaaağğğahhh...”

“Ahhaaağğğahhh...” Başını geri atıp bağırdığında tüyleri diken diken eden bu ses yüreklere bir kor gibi düşüverdi. “Ahhaaağğğahhh...” Aklı da kalbi de bu yıkımı kabul edemiyordu. O orada yatacak bir adam değildi. Beyaz bir örtünün altına saklanacak bir adam değildi kocası. Aldım başımı gittim, kal şimdi bir başına diyecek adam hiç olmamıştı. Şimdi niye gidiyordu peki?

“Bırakın beni! Tutmayın, bırakın!” saçı başı dağılmış, bağırırken kendinden geçmişti. “Götürmeyin! Yalvarırım götürmeyin!”

“Söz vermiştin... Bırakmayacaktın...” Mahşer yerini andıran koridorda sesler, feryatlar, ateşlenen silahların sesi birbirine karışırken acizliğiyle inildeyen tek bir ses vardı, o da evi yanmış, kül olmuş bir kadının sesiydi. “Yaktın beni Savaş... Yaktın, kül ettin canımı.”

***

Aşk bir insanı daha ne kadar güzelleştirebilirdi? Diyar da kendini aynadan izlerken göz bebeklerine kadar vuran ışıltının cevabını merak ediyordu. Tepeden topladığı saçlarının arasından bir iki tutamı önlerden bırakırken topuzunu hafifçe bollaştırarak dağınık bir görüntü elde etti.

Gülen gözlerle kendini izliyordu. Yanakları bu ara daha da pembe bir hal almıştı sanki.

“Diyar sen beni duyuyor musun?” kendine dalıp gitmiş olduğunu Hazan’ın tatlı isyanı ile fark ederken “Tabii ki de yengecim, neden dinlemeyeyim?”

“En son ne dedim?” suskunlaşan Diyar, Hazan’ın en son ne dediğini hatırlamaya çalışırken birkaç homurtu çıkardı.

“Dinlemiyorsun ki ama…”

“Tamam, tamam özür dilerim, hadi anlat.”

“Diyorum ki Kanun babam, iyice sıkıldı. ‘Adımız tatile geldi. Bana kahve ver Günce’m, yanında atıştırmalık da olsun. Avlanmaya mı gitsek acaba gülüm, yok yok, ayağın taşa takılır dağda bayırdı canın acır, biz en iyisi şehre inelim.’ diye sayıyor da sayıyor.”

Hazan yaşananları anlattıkça Diyar’ın küçük kıkırtıları bir yerden sonra sesli kahkahalara evirilmişti artık. Babasının sıkılınca insanın burnundan getirdiğini çok iyi bilirdi. Şans mı yoksa şanssızlık mı bilmezdi ama vardı öyle bir iki kere anne ve babasıyla tatil adı altında bir evin içine kapanmaları.

KARANLIKLAR İÇİNDEWhere stories live. Discover now