Harvey olduğunu oda kabul etmiş sonunda!

İç sesimden gelen son sözle tebessüm ettim. Saçlarımı tepeden dağınık bir şekilde toplayıp odadan çıktım. Kapıyı açar açmaz Güneş'le burun buruna geldik. "Gel bakalım kaçak, geç karşıma da anlat bakalım."

"Güneş ödümü patlattın!"

"Göstereceğim ben sana ödü mödü. Dökül!"

Salondaki ikili koltuğa oturduk. Dün işten istafa etmemden, bu sabahki Rüzgâr'la olan konuşmamıza kadar bütün olanları en ince ayrıntısına kadar anlattım. En ince ayrıntısına kadar diyorum çünkü Güneş, bütün detayları neredeyse noktalama işaretlerine kadar her şeyi sordu! Ara ara gözleri doldu, defalarca kez kollarını boynuma dolayıp sarıldı.

***

Sabahın kör karanlığında telefonumun çalmasıyla sıçrayarak uyandım ve yataktan yere düştüm. Zar zor kendimi toparlayıp komidinin üzerinde duran telefonuma uzandım.

Bir gözüm kapalı diğer gözümü de kısarak ekrana baktım. Allah'ın cezası patronum Harvey, kargalar b*kunu yemeden uyanmış ve beni arıyordu. Burnumdan soluyarak telefonu açtım. "Efendim."

"Günaydın Şeker," derken sesi fazlasıyla enerjik geliyordu. Sabahın altısında bu enerjiyi nereden buluyor bu adam anlamıyorum.

"Hayır, gün henüz aymadı Rüzgâr bey. Hayırdır bu saatte?"

"Tersinden kalmışsın bakıyorum," deyince sinirle güldüm. Tersimden kalktım çünkü sen arayınca korkuyla yataktan düştüm!

"Sabahın köründe telefonum çalınca haliyle biraz gerildim," dedim.

Yataktan düştüğümü söylemedim çünkü bu adam bunu kullanarak benimle bütün gün dalga geçerdi.

"Güzel, o zaman bir an evvel kalk çünkü karakola gideceğiz."

Karakol sözünü duyunca daha da gerildim. O gece karakol da polislere ifade verememiştim. Daha doğrusu konuşacak durumda değildim. Rüzgâr da polislerle konuşup beni bir iki gün sonra ifade için tekrar getireceği sözünü vermişti. Tanınmış itibarlı bir doktor olduğu için polisler bu ricasını kırmamış, Rüzgârla birlikte gitmeme izin vermişlerdi.

"Şeker orada mısın?"

"Tamam iki saat sonra karakol da olurum."

"İki saat mi?"

"Üç de olabilir!"

"Şeker!"

"Kalkmam, kahvaltı yapmam ve hazırlanıp çıkmam en az iki saat sürer," dedim isyan edercesine.

"Evin önündeyim, on beş dakikan var. Eğer on beş dakika içerisinde gelmezsen ben gelir alırım seni!"

Ne dedi şimdi bu? Evin önündeyim mi dedi? Yok artık ya, buraya mı gelmiş! "Gerçekten evin önünde olmadığınızı söyleyin," derken yerden kalkıp cama doğru uzandım. Perdeyi açmamla bana camdan el sallayan adamla göz göze geldim. Ay gerçekten gelmiş!" dedim şaşkınlıkla.

" Yaa geldim tabi, hadi bakalım on dört dakikan kaldı, "derken gülüyordu.

" Siz yine neye gülüyorsunuz?" deyip perdeyi indirdim ve pijamalarımı çıkarmaya başladım. Acele etmeliydim çünkü sadece saçlarımla en az yarım saat uğraşan biriyim ben.

"On üç dakikan kaldı," deyince oflayarak telefonu kapattım. Geliyorum Allah'ın cezası!

Jet hızıyla pijamalarımdan kurtulup elbise dolabını açtım. "Ne giyeceğim ben ya!"

FÜGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin