Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler

Comenzar desde el principio
                                    

  Hadi ama Poseiodon, gerçekten bu kadar kibirli ve ahlaksız bir piç olmak zorunda mıydın? Zorundaymış sanırım çünkü Minos'un karısı kulağa her ne kadar saçmalığın daniskası gibi gelse de boğadan hamile kalarak yarı insan yarı boğa yaratık Minator'un doğurmuş. Pekala, sanırım çarpık ilişkiler yumağı yalnızca tanrılara özgü değilmiş. Belki de kadınla bizzat birlikte olan, sonrasında da sırf bunu yapabildiği için suçu günahsız boğaya atan Poseidon'un kendisidir. Sonuçta tanrılar bunu yapmazlar mı? Bizi kendi günahlarının bedelini ödetmek için oyunlarına ortak etmiyorlar mıydı?

  Bu garip ve korkunç hikayenin hatırlamadığım kısımları da var. Mesela Minator'un tam olarak hangi noktada nasıl labirentine bekçi olarak dikildiğini hatırlamıyorum. Ama net bir şekilde hatırladığım bir şey varsa o da onun öfkesini yenmek için her yedi yılda bir yedi genç kız ve erkekten oluşan bir grubun onun labirentlerine gönderildiğiydi. Yıllar içinde yalnızca iki genç ellerindeki iplik yumaklarını arkalarında bıraktıkları izlere dönüştürerek ondan kurtulmayı başarmışlardı.

  Rae'nin kilidiyle uğraştığı kapı tok bir ses çıkartarak açıldığında nefesimi tuttum. Dehlizlere açılan kapı aralandığında içeriden gelen yoğun koku suratıma çarptı.

  Rae duvarlara belirli aralıklarla yerleştirilmiş meşalelerden birini alırken bana gülümsedi. "Ölümle yürüdün, Minator'un seni korkutmaması lazım Mara," derken sesi içinde bulunduğumuz duruma hiç de uygun düşmeyecek bir şekilde neşeliydi. "Üstelik kör rahibelerin önünde benimle seviştin, bu senin için çocuk oyuncağı olmalı."

  Elimde olmadan dudaklarımın arasından homurdanmaya benzer bir ses çıkarttım. Bir meşale de ben alıp içeri girmeden önce, "Çiftleşmek," diyerek onu düzelttim. "Orada yaptığımızın bu olduğunu düşünüyordum."

  Rae beni rahatlatmaya çalışarak bana takılmaya devam etti. "Buradan çıkınca yaptığımız şeye istersen sevişme istersen de çiftleşme dersin, karar senin."

  Dehlizlerin korkunç kokusunu almamak için daha uzun aralıklarla nefes almaya çalışarak, "Bir süre sevişebileceğimi sanmıyorum," diye yanıtladım onu ve attığım ilk adım bir kemik parçasına denk geldiğinde onun çatırdayarak kırılmasına neden oldu. "Şu an içinde bulunduğumuz ortamın beni azdırdığını söyleyemeyeceğim."

  Rae'nin kahkahası bir çift meşaleyle aydınlanan karanlık alanda yankılandı. "O halde diğer zamanlarda seni azdırdığımı mı söylemek istiyorsun?"

  "Kes sesini." Az önce üzere bastığım kemiğin neye veya kime ait olduğunu düşünmemeye çalışarak nemli ve pis kokulu koridorda yürüdüm.

  Rae de sessizleşti. Hemen yanımda ilerliyor, bir yandan da parmaklarının arasındaki yumaktan iplikleri parça parça serbest bırakıyordu.

  Dehlizlerin girişinden geçip daha karmaşık tünellerde ilerlemeye başladığımızda yanımdaki bedeni gerildi, omuzlarımız birbirine değene kadar bana yaklaştı. Meşalelerimiz yalnızca birkaç adım önümüzü aydınlatıyordu ama buna rağmen yerdeki kemik parçalarını görüyor, birini daha ezmemeye büyük gayret göstererek ilerliyordum.

  Tek umabileceğim bunların insan kemikleri olmadığıydı.

  Rae daha dar ve karmaşık bir koridora saptığında boştaki elimle elini sıkıca kavradım. Kendimi onun nemli tenine ve sıcak dokunuşuna odaklanmaya zorlasam da bu düşündüğüm kadar kolay olmadı. Çünkü biz ilerledikçe içerideki hava da ağırlaşıyor ve daha çok horultuya benzeyen bir ses giderek yükseliyordu.

  Altı tane dar koridora ayrılan bir açıklığa ulaştığımızda Rae durdu. "Neden durduk?" diye sordum telaşa kapılarak. Bir süredir duyduğum o horultu kesilmiş, yerini yavaş ama kendinden emin adım seslerine bırakmıştı.

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Donde viven las historias. Descúbrelo ahora