Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı

Start from the beginning
                                    

Ama o bana engel oluyordu. Doğrudan olmasa da gözleriyle bana engel oluyordu. Suratında her zaman bir hayal kırıklığıyla bana bakıyor ve ben ona arkamı kolladığı için teşekkür etme fırsatı bulamadan yanımda her ihtimale karşı beni koruyacak başka biri varsa savaş alanının uzak bir köşesine süzülüyordu.

Onu özlemiştim. İnanmadığım tanrılar, onu deli gibi özlemiştim.

Nestor boğazını temizlediğinde dikkatim yeniden ona döndü. "Ne oldu?" diye çıkıştım huzursuzluğumu belli ederek ama sonra ona bu şekilde çıkıştığım için pişmanlık duydum. "Özür dilerim ben sadece," desem de devam edemedim.

Nestor gülümsedi, mavi gözleri aydınlandı. "Bok gibisin," dedi beni tamamlayarak. "Bunu görmemek için kızım, bir aptal olmam lazım."

En sonunda elimdeki bezi yanan ateşe atarak ben de sandıklardan birinin üzerine oturdum. Sabah Ephi'nin titreyen ellerle bana giydirdiği zırhı tutan deri ipleri çözmeye başladım. Zırhın altında kalan ince tuniği düşündüğümde ise ellerim durdu, başımı kaldırıp Nestor'a baktım.

Suratında ahlaksız sayılabilecek bir gülümseme belirdi. "Lütfen devam et Mara, bana sonsuz hayatım boyunca aklımdan çıkmayacak bu görüntüyü lütfen bahşet."

Gözlerimi devirdim ve durdum.

Bir anda ciddileşerek boğazını temizledi, oturduğu yerden kalkıp benim yanıma oturdu. Yüzüklerle bezeli parmaklarını benimkilerin üzerine bıraktı. "Sen kendi zamanına döndüğünde yanıma geldi," dedi fısıltıyı andıran bir sesle.

Şaşırarak ona baktım, tüm bedenimi biraz sonra saracak olan titremenin ayak parmaklarımdan başladığını hissedebiliyordum.

Nestor'un bakışları da yaralı askerlerle ilgilenen Rae'ye kaydı. "Benden zehir istedi Mara," dedi sözlerinin tüm ağırlığını hissettirerek. "Bir daha geri dönmeme ihtimaline karşı kendini öldürebilmek için benden tanrıları öldürebilecek bir zehir yapmamı istedi."

Bu düşünce tüylerimi diken diken etti. Nestor'un elimi tutan eline bakarak, "Bunu yaptın mı?" diye sordum. "Ona istediğini verdin mi?"

Başını iki yana salladığında rahatlayarak derin bir nefes aldım. "Yapmadım ama tekrar gidersen onu o halde görmektense yapmayı tercih ederim."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Keşke kalbimdeki o sıkışma hissini ve midemden yükselen dayanılmaz pişmanlığı da bu şekilde bastırabilseydim. "Gitmeyeceğim." Titreyen sesimi sanki aksini iddia eder gibi olduğundan sırtımı dikleştirdim ve bir kez daha, "Gitmeyeceğim," diyerek yineledim.

Nestor'un mavi gözleri yeniden bana kaydı. "Onun ölmesine izin verme Mara. Bir şeyler değişebilir, Olympos'taki ve dünyadaki tüm düzenler değişebilir. Bunun için onun varlığına ihtiyacımız var." Uzanıp boynumdaki iki uçlu kolyeyi tuttu, parmakları isimlerin kazındığı plakanın üzerinde gezindi. "Gerekirse Troya'nın düşmesine izin ver. Sadece onu götür ve koru. Şehri yeniden kurabiliriz ama bir daha Rae'yi geri getiremeyiz."

Ne demeye çalıştığını anladığımda nefesim kesildi. "Rae'yi buradan götürmemi istiyorsun," dedim kısık bir sesle, birilerinin bunu duyacağından korkarak. "Onun şehrini terk etmesini sağlamamı istiyorsun."

"Ben değil," dedi beni düzelterek. "Bunu herkes istiyor. Gerekirse onun bu şehri terk etmesi gerekecek. Bu acı verici olacak, evet. Koruyucu tanrısı olduğu şehrin düşmesi onda geri döndürülemez bir yara bırakacak. Ama onun bir kez ve bu sefer kesin olarak ölmesine izin veremeyiz Mara. O Zeus'un karşısındaki tek umudumuz."

Yutkundum. "Troya'nın düşmesi onda nasıl bir yara bırakacak?"

Nestor'un mavi gözleri tanıştığımızdan beri belki de ilk defa bu kadar ciddiydi. "Ölümcül," dedi kuru bir sesle. "Ama canı ne kadar yansa da hayatta kalacak."

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now