Bölüm 42, Ellerimdeki Kan

Start from the beginning
                                    

Yutkundum, derin bir nefes almak için ağzımı açtım. Aramızdaki kum savaşla geçen günlerden dolayı ağırlaşmış, askerlerin dökülen kanlarından dolayı koyulaşmıştı. Hava basık ve boğucuydu, nefes almak bile imkansızdı.

Hector bir adım öne çıktı, askerlerin başındaki yerini alarak elindeki kılıcı havaya kaldırmadan önce bize döndü. Miğferindeki kurumuş kanlar güneşin altında acımasızca parladı. "Cesur Troyalılar!" diye bağırdığında sesi içime işledi. "Yaşadığımız gibi cesaretimizle öleceğiz. Bugün ölsek de yarın cennetteki yerimizi alacağız. Şehrimizi, atalarımızı korurken öleceksek eğer uğruna ölmeye değer bir savaş içinde olduğumuzu bilmenizi istiyorum."

Elimdeki hançeri sıkıca tuttum. Tuniğimin açıkta bıraktığı bacağımdaki kemerde üç hançer daha duruyordu. Hiçbiri Tanrı Öldüren değildi. Rae henüz zamanı gelmediğini, eğer elimizde böyle bir silah olduğunu öğrenirlerse Zeus'un onları ele geçirmek için her yolu deneyeceğini söylemişti. Bunlar askerlerimle birlikte gelen, nasıl bir cevherden elde edildiklerini bilemediğimiz hançerlerden üçüydü. Bana aitlerdi ve onlarla savaşacak olan da yalnızca ben ve Gece Savaşçılarıydı.

Hector'un kaslı kolu kılıcı bir kez aşağı indirip yeniden yukarı kaldırdığında herkes ona eşlik etti. Tüm askerler sanki günlerdir savaşmıyorlarmış gibi savaşa aç bir şekilde kılıçlarını, mızraklarını kaldırdı. Hector, "Troya için!" diye bağırdı, tüm askerler bağırdı. "Troyalı Mara için!" diye bağırdığında Rae beni yakınına çekti.

Hector yavaşça gülümsedi, suratındaki kana ve kire rağmen bir kral olduğunu belli edercesine yüzünü yeniden düşmanlarımızdan yana döndürdü.

Ve o tek kelime dudaklarından döküldü. "Savaşın!"

Tek bir çağrı, tek bir emir. Tam o anda tüm askerler, en önde koşan Hector'un peşinden karşı tarafa doğru koşmaya başladı.

Akhalar da savaş çağrısını alarak koşmaya başladıklarında içimdeki tüm gücü serbest bıraktım. Rae'nin karanlığı bizi yakalayıp savaş meydanın tam ortasına bırakmadan hemen önce bana baktı. Elimi son bir kez sıktı ve tüm gücüyle bizi kavradı.

Savaş meydanının ortasına indiğimizde ilk çarpışma yaşandı. Kılıçlar birbirine vurdu, kalkanlar yüksek sesle birbirine çarptı. Bir asker bana doğru gelemeden Rae'nin karanlığı onu kavrayıp hemen gerisindeki askerlerin üzerine fırlattı.

Kafamı kaldırdığımda uzaklarda savaşan, belli belirsiz kanatları gördüm. Hedefim oradaydı, bana fazla yakın olmasa da kat edemeyeceğim kadar uzakta da değildi.

Hançerimi tartmak ister gibi elimde çevirdim ve hiç düşünmeden ileri atıldım. Rae'nin karanlığı beni uyarırcasına geri çekmeye çalıştığında ona döndüm. "Sakin ol arsız ölümlü," derken elindeki kılıcı salladı, tam önündeki bir askerlerin koluna sapladıktan sonra geri çekildi. "Adım adım ilerle, savaşta heyecana yer yoktur."

Haklı olduğunu biliyordum ama yine de hançerimi Apollon'un gırtlağına geçirmeyi her şeyden çok istiyordum. Bana yardım etmesi hiçbir şeyi değiştirmezdi. Şu anda bu savaş alanındaysam eğer bu onun yüzündendi. Kefaret ödemek istiyorsa bunu canıyla ödeyebilirdi. Çünkü istese de istemese de bana yenilecekti. Başka şansı yoktu.

Arkamdan biri atılıp kollarını boynuma doladığında hazırlıksız yakalansam da kendimi hemen toparladım, Phoiniks'in bana öğrettiğini yapacaktım, kendimi savunacak ve en doğru anda saldıracaktım.

Öyle de yaptım. Hançerim Karr'ın ateşiyle kuşanırken alev almış yüzeyini hiç düşünmeden boynuma sarılan düşmanın sert derisine geçirdim.

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now