6

4K 389 496
                                    

"Seni sen kim isen o olarak seviyorum, sıcakkanlı ve çabuk unutan, kendini veren ve sadık kalmayan seni yalnızca her zaman kim idiysen ve şimdi de hala kim isen o halinle seviyorum."

Jungkook'a 'seni seviyorum' derken kast ettiğim buydu, o da biliyordu. Bu yüzdendi, öpmeye doyamadığım dudaklarına konan gülümsemenin ışıklar saçması. O derince verdiği nefesinde saklıydı, acı dolu karanlıklardan prangalardan kurtulma özgürlüğü, rahatlığı. Ve yine bu yüzdendi, benim huzursuzluğum. İkimizin de bu ağır gerçeği bilmesi, tamamen farklı duygular hissettiriyordu bize.

Hayır, ona seni seviyorum demeyecektim. 'Yalan söylediğimde kan kusa kusa ölecek olsam bile söylemeyeceğim o iki kelimeyi' diye söz vermiştim kendime. Ona ise tamamen farklı bir şekilde, nefretimi yüzüne çarparak vermiştim sözümü. Söz konusu Jungkook olunca, verdiğim sözlerin de hiçbir önemi kalmıyor; onun basmasına gerek kalmadan ben kendim üstüme basa basa geçiyordum o günahkar yoldan. Çok fazla tövbe bozdurmuştu bana; hem de sadece bir bakışıyla.

Pişmandım. Eğer yüzüm boynuma gömülü olmasaydı, gözleri gözlerime kitlendiği an anlardı pişman olduğumu. Hayır gitmezdi. Jungkook asla gitmezdi. Yanı dibimde sessizce acısını çekerdi; ama yine de gitmeyi aklından bile geçirmezdi.

"Taehyung." diye fısıldadı kulağıma. Burnunun ucuyla saçlarımı karıştırıp, kokumu çekti içine. Sıkıca yapıştığım tişörtünün yakasından çekti elimi ve dudaklarını bastırdı parmaklarıma. "Minik yumruklu aşkım." dedi kıkırdayarak.

Tekmemi geçirmeye çalışıp, geri çekildim. "Sensin minik yumruk." diyerek, iteklediğimde kıkırtısı büyümüştü. Jungkook'un yakışıklı suratı görüş alanıma girdiğinde, itişmemiz son buldu. Gülüşü beni hipnotize ediyordu. Kazıyordum, gözlerinin etrafındaki kırışıklıkları bile hatıralarıma eklemek için kaçırmıyordum. Küçük bir soru takıldı aklıma o an; nasıl böyle mutlu olabiliyordu? "Jungkook?"

Dudağıma ıslak bir öpücük bırakıp;"Güzelim?" dedi. Dirseğini kafamın yanına koyup, çenesini eline yaslayıp beni izlemeye başladı. Jungkook'un gülüşünü hep, akşam güneşine benzetirdim. Hayır sabah güneşi değil; çünkü onda hep bir telaş, acele, yakıcılık olurdu. Akşam güneşi huzurluydu, dingindi, tasasız keyfiydi; onu izlerken hayran olmaktan kendini alıkoyamazdın. Jungkook'un gülüşü de öyleydi; kapılıp giderdin.

"Neden mutlusun?" diye sordum. Yüzümde gezinen parmakları durdu. Gözlerini dudaklarımdan çekip, gözlerime kitledi. Bu an tanıdık gelmişti sanki ona; evde geçirdiğimiz günlerde, ben kitap okurken o televizyondan maç izlerdi. İçinde kaybolduğum cümlelerde dönüp ona sorardım; o da sorularıma "Messi, Neymar, Ronaldo, Ibrahimović" gibi cevaplar verir beni deli ederdi. Ben de, Neymar'ı övmeye başlardığımda, kıskançlık onu kendine getirirdi. Sonumuz yatakta biterdi.

Aynı zamanları hatırlamış olsak bile, şimdi cevabı bunlar olmayacaktı. Parmağını dudağıma bastırıp okşadı. Yüzümü buruşturduğumda, acıdığını düşünüp uzun bir öpücük bıraktı. Öyle ki, sorumu bile unutturacaktı bana. Elim istemsizce boynuna sarındı.

Geri çekildi, ama fazla uzaklaşmamıştı. Gözlerini yüzümde gezdirirken, gülüşü yeniden doğdu dudaklarında. "Çünkü sen benim doğum günü hediyemsin." diyerek, bir küçük öpücük daha bıraktı. Ağzından çıkan bu cümlenin elleri vardı; kalbimi söküp almıştı yerinden. "Aptal gibi gözükeceğimi bile bile diğerlerinin söylediği küçük bir ihtimale çocuk gibi inanıp, dandik bir pastanın üzerindeki iki tane muma üfledim; seni istediğimi haykırarak. Ve birkaç saat sonra Barikat'tan içeri girdin."

Ağlayacaktım. Anılar hızlıca dolmuştu zihnime, duygularıma saldırmaya başlamışlardı. Uzak tutmam için uğraştığım bakışmalarımız, konuşmalarımız, öpüşmeler, birbirimize karıştığımız her an şimdi sarmıştı etrafımı. Bana çok kızgınlardı. Jungkook'u istiyorlardı.

devil's choice | taekookWhere stories live. Discover now