2

3.9K 462 637
                                    

"-Size nasıl geldiğimi de hesaba katın Milena, geride bıraktığım o 38 senelik yolculuğu; karşılaşmayı, hele bu kadar geç karşılaşmayı hiç ummadığım halde beklenmedik bir dönemeçte sizi görünce, işte o zaman Milena, haykıramam, içimde bir şey de haykıramaz, bin türlü delice laf da etmem, o laflar içimde değil ki; ve diz çöktüğümü belki ancak, gözlerimin hemen önünde ayaklarınızı görüp onları okşayınca anlarım."

Yoongi sesli okumayı bitirdiğinde bana döndü. Ne söyleyeceğini bilememişti ilk birkaç saniye, sonra da; "Neden hep bu kadar depresif şeyler okuyorsun aşkım?" diye sordu. Cevabımı beklerken de kafasını yeniden karşısına çevirip, televizyon izlemeye devam etti. Bir yandan da kucağındaki bir kase dolusu patlamış mısırı ağzına dolduruyordu.

Kaoslu geçen okulun ilk gününün durum kritiğini, benim evimde toplanarak yapacağımıza -asla bana sormadan- kararlaştırmışlardı. Jin önce eve uğrayıp, temizlenmek ve güzelleşmek için ayrılmış; Yoongi ise benimle beraber gelmişti.

İki katlı eski tip binanın alt katında ailemle kalırken, üst katı babamın müzik aletleriyle doluydu. Annemle babam iş sebebiyle sürekli şehir dışında olduklarından, genelde yalnız olurum sanıyordum ama beni asla tekil bırakmıyorlardı. Binanın diğer tarafında ise küçük bir büfe vardı; Jin ve Yoongi bize gelmeden önce oradan içki aşırmayı adet haline getirmişlerdi.

"Çünkü kasabamız da depresif." dedim, omzuna kafamı yaslarken. Gözlerim camdan dışarıya kaydı. Daha öğlen saatleri olmasına rağmen, hava çok puslu gri haline bürünmüştü. "Burada hergün, her saat gün batımı."

Yıllar yıllar önce, daha şebeke suları bile bağlanmamış, kuyudan su çekmek zorunda kalınan zamanlarda; kasabanın kaynağı olan kuyunun leylaklarla kaplı olmasından dolayı ismini Mor Kuyusu alan bu kasabanın aslında bu hikayesi garipti. O zamanlarda kasabanın delisi olan teyzemiz, leylaklar açsın kalbinizde, diyerek hem kuyu suyuna, hem de duvarlarına bulaştırdığı leylaklarla suyu kirletmişti. Aylarca kasaba halkı, bir saatlik mesafede olan komşu köyden su taşımak zorunda kalmışlardı.

Daldığımı fark eden Yoongi burnuma dokunup; "Ne düşünüyorsun?" diye sordu.

"Miranda Teyzeyi düşünüyorum." dedim, gülümseyerek. "Köylüleri zor duruma sokmasına rağmen, mezarını leylaklarla süslemişler biliyor musun? Kin gütmemişler."

"Evet, her sene yıldönümünde bizi zorla mezarına götürüp hikayesini anlattığından, tabi ki de biliyorum." Kıkırdayıp, yanağını sıktım.

Mor Kuyusu kasabasının hiç de mor olmayan gökyüzünü izlemeye devam ettim. Kendimi Beyaz Kraliçe esaretindeki Narnia'da, zifiri karanlık Mordor'da bazı zamanlarda da Snape yönetimindeki Hogwarts'ta hissediyordum.

Kendi düşüncelerimde boğulurken, kapıyı çalmadan anahtarla eve dalan Jin bütün sakinliği bozmuştu. Önce büyük bir heyecanla Winx Clubü izleyen Yoongi'ye baktı, sonra da omzunda yatan bana bakıp gözlerini devirdi.

"Kasaba bu dedikoduyla kaynıyor, sizin haberiniz yok." dedi ayak ucumuzdaki pufa otururken. Yoongi'nin kucağındaki patlamış mısırı çekmiş, büfeden aşırdığı birayı da masaya vurup açmış ve kafasına dikmişti.

"Ne dedikodusu?" dedi Yoongi, gözünü televizyondan çekmeden. Yan gözle baktığımda Bloom ve Sky'ın kavga ettiği bölüm olduğunu anlamıştım. Benim favorim Flora'ydı, Yoongi'nin Riven, Jin'in ise Stella; bu bilgiyi de neden verdiysem.

Jin önce ağzını avuç dolusu mısırla doldurdu, sonra da bana garip bir bakış attı. Biraz önceki heyecanının üzerine endişe de eklenmiş gibiydi ve bu endişe bulaşıcıydı, beni de germişti.

devil's choice | taekookWhere stories live. Discover now