Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar

Start from the beginning
                                    

Siktiğimin Hermes'i.

Avcumdaki suyun bir kısmını dudaklarıma götürdüm, çatlayan dudaklarımı nemlendirdim. Kesinlikle Rae'ye özgü o tuhaf yolculuk yöntemini tercih ederdim.

Tara rahat bir tavırla beni süzerek, "Şehre gittiğimizde sana merhem alırız," dedi.

"Gerek yok," diyerek kestirip attım. "Kendi kendine geçer."

Ve kısa sohbetimiz böylelikle sonlanmış oldu. İnanmadığım Tanrılar, gerçekten yolculukta bana eşlik edecek kişinin illa Tara mı olması gerekirdi? Soğuk suratıyla birkaç adım ötemde oturmuş, halinden memnun olmadığını belli eden gözleriyle beni süzüyordu. Belli ki o da bu yolculuğa benimle çıktığı için mutlu değildi.

Keyfi bilir. Sonuçta bana eşlik etmek için kıçını yırtan kendisiydi.

Biraz dinlenmeye çalışarak arkama yaslandı, bacaklarımı öne atarak ağrıyan yerlerini ellerimle ovaladım. Tara her hareketimi büyük bir dikkatle izleyerek, "O ölümlüden boşanman lazım," diye mırıldandı.

Kafamı kaldırıp ona baktım. "Neden böyle söyledin şimdi?"

Parmaklarını yayının üzerinde dolaştırdı, ince teli hafifçe çekerek gerilimini kontrol etti. "Rae bu durumdan mutsuz," dedi sanki çoktan sıradan bir sohbetin ortasındaymışız gibi. "Onun mutsuz olmasını istemiyorum."

"İlk başta kardeşinin ölmesi pahasına bizimle savaşı reddetmiştin." Sesim istediğimden daha suçlayıcı çıkmıştı ama gerçek böyleydi. Tara bize gönülsüzce katılmıştı. Şimdi en önemli savaşçılarımızdan biri olması bu gerçeği değiştirmezdi.

Tara'nın Rae'ninkilere benzeyen kara gözleri ışıldadı. "O zamandan beri işler değişti Mara," dedi ölümcül bir sesle. "Hepimiz ölümle burun burunayız artık. Kardeşim ölecekse bile mutlu ölmesini istiyorum."

Rae'nin ölmesi, sonsuza kadar gitmesi... Bu düşünce tüm bedenimde zehir gibi dolaştı, nefesimi kesti. Güçlükle yutkundum. Bana bunu hatırlattığı için Tara'dan nefret ettim. "Mutlu bir şekilde ölmeyi hak eden başkaları da var."

Tara anlamıştı. Kimi kastettiğimi çok iyi biliyordu. Bedeni gerildi, parmakları sanki öpücüğün izini aramak istermiş gibi suratına yaklaşsa da hemen indirdi. "Bu benim elimde olan bir şey değil," derken sesi kızgın gibiydi.

"Ölüme gittiğimde bana seni gösterdi," dedim sonunda itiraf etmenin rahatlığını hissederek. "Karr'a olan aşkından onun için vazgeçtiğini biliyorum."

Kaşları öfkeyle çatıldı, ayağa fırladı. "Buna hakkın yoktu!" Bağırışı kemiklerime kadar işledi.

Ben de ayağa kalktım, dumanım ben daha onu çağırmadan ellerime ve ayaklarıma dolanmaya başlamıştı bile. "Bana bunu gösteren Ölümdü," dedim sesimi elimden geldiğinde sakin tutmaya çalışarak. "Bunu ondan ben istemedim." Tara bana inanmadığını belli ederek burun kıvırdı. Sinirle ona baktım. "İşim gücüm yoktu da Ölüme gidip bana Tara'nın korkusunu göster dediğimi mi düşünüyorsun?"

Tara sırtını ayaklarının ucunda duran yay gibi gerdi. "Konu sen olduğunda Mara, hiçbir şeyin garantisi yok."

Uzun zamandır bana bu kadar düşmanca davranmamıştı. En azından birbirimize olan nefretimizi bir şekilde bastırmayı başardığımızı düşünmüştüm ama anlaşılan savaşın kişisel sorunlardan daha önemli olduğunu düşünen tek kişi bendim. "Beni ne ile suçluyorsun?" Öfkeden tüm ağzımın kuruduğunu hissettim. Omzum karıncalandığında, benim yıldızlarımın orada parladığına hiç şüphem yoktu.

Tara'nın gözleri bir atmaca gibi kısıldı, dudakları geri çekilirken dişleri göründü. "İkinizi de öldürtecekmişsin gibi bir his var içimde," dediğinde dudaklarından tehlikeli bir hırıltı koptu. İşte şimdi tam olarak tekinsiz gecelerde avlanan bir tanrıçaya benziyordu.

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now