5.Bölüm

89 42 11
                                    

Sabah kahvaltısında Rüya'nın aklını kurcalayan şeyler vardı. Bir an önce cumartesi olmasını istiyor, değirmende genç prensleri görmeyi umuyordu. Özellikle Efken'le konuşmak, onu tanımak istiyordu. Bunun nedeni Rüzgâr'a kıyasla onun sert, çekingen ve sessiz bir kişiliğe sahip olmasıydı. Belkide öyle bir kişiliğe sahip olmak zorundadır, ne de olsa onun gibi çekici bir prens herkesle laubali konuşsa başına dert açabilirdi.

Düşüncelerin arasında ister istemez Efken'in yüzünü hayal ediyordu Rüya. Onu gördüğü gün giyindiği siyah ve resmi kıyafetlerin üstüne tam oturmuş olduğunu anımsadı.

Saçlarını düşündü, gözleri kadar siyah saçları uçlara doğru bukleler halinde uzanırken bakanların tüm dikkatini dağıtıyordu. Suçlarcasına bakan gözlerini unutması için hafıza kaybı geçirmesi şarttı.

  Efken'i gülerken hayal etmeye çalıştı fakat beynini zorlamasına rağmen bu olanaksızdı.  Dudakları, gülümsemeye yeltenmiyordu bile. Gözünde yalnızca ciddi ve sert bakışlarıyla uzakları izleyen Efken'i canlandırabiliyordu.

Yüzünde nedensiz bir gülümsemeyle birlikte yeşil gözleri kısıldı. Bir anda başlayan sırt ağrısı anında gülümsemesini yüzünden sildi. Acı içinde kıvranırken sıcak bir duşun iyi geleceğini düşündü.

Kıyafetlerini çıkardı ve tam sıcak suyun altına girecekken gözü aynaya kaydı. Arkasında birşey vardı. Simsiyah bir leke  gibi bu şey teninin içerisindeydi.

Siyah ve kırmızı birbiriyle tuhaf bir uyum içerisindeyken bu karartının sırtının büyük bir kısmını kaplamış olduğunun farkına vardı.

  Korku ve şaşkınlık duyguları birbirine karışmıştı. Ağzı bir karış açılmış, aynadaki yansımasına bakakalmıştı. Bu da neydi böyle, yara izine de benzemiyordu.
Elini kaldırıp sırtına götürdü. Karartıya dokunmasıyla elini geri çekmesi bir oldu.

Böylesine bir acıyı tarif etmek gerekirse yaklaşık yirmi bıçağın aynı anda deriye  saplanması gibiydi. Karartıdan çektiği eline ve hemen ardından aynadan sırtına dehşet içinde baktı. Anladığı tek şey bu karartı çok acı vericiydi ve ağrıların kaynağı oydu.

Başında havlusuyla duştan çıktığında umduğu gibi ağrıları hafiflemişti. Üzerinden yük kalkmış gibiydi. Tabii ki bu rahatlık da uzun sürmemişti. Sırtında bir takım kıpırdanmalar hissederken gözleri kararıyor ve başı dönüyordu, bulduğu ilk sandalyeye oturdu ve kollarını sandalyenin yanıbaşında olan masanın üzerinde birleştirip başını kollarının arasına yerleştirdi. Vücudunda gittiçe artarak yayılan sıcaklıktan haberi yokken üşüdüğünü hissetti ve kollarını olabildiğince birbirine yakınlaştırıp kendince ısınmaya çalıştı. Başındaki havlu çoktan yere düşmüştü ve ensesine değen ıslak saçları hem kıyafetini ıslatıyor hem de daha çok üşümesine neden oluyordu. Soğuk önce tüm bedenini sonrada beynini sarmıştı. Kafasının içerisinin buz dolu olduğunu hissediyordu ve bu düşünce başına keskin bir ağrı girmesiyle sonuçlandı. Bu ağrıların ve karartının ne anlama geldiğini bir an önce öğrenmeliydi. Aksi takdirde uzun bir süre yatağında yatmakta bile zorlanacaktı.

.
.
.
.
.
.
.
 Aradan saatler geçmesine rağmen hâlâ kaburgaları kırılıyormuşçasına ağrıyordu. Sırtından başlayan sıcaklık tüm vücuduna yayılıyor, sonrasında tekrardan eski sıcaklığına geri dönüyordu. Neler olduğunu çözmek pek de umduğu gibi gitmiyordu. Yorgunluktan bir bardak su içmeye bile mecali yoktu.

Ne yaparsa yapsın durduramadığı ağrılardan uyuyarak kurtulmayı denedi. Belki de tek ihtiyacım uykudur diye düşünüp iki gün yatağından çıkamadı.

Annesi yemek getirip yediriyor, elinden geldiğince yardımcı oluyordu. Islak ve soğuk bir bezi başına yerleştiriyor ve belli aralıklarla bezi yıkayıp tekrar getiriyordu. "Kızım ne yaptın da bu hale geldin?" Diyerek yakınıyordu annesi. 

Ateşin KızıWhere stories live. Discover now