ÖMRÜN VE DEVLETİN BERBAT OLSUN

396 14 1
                                    

Sultan Osman Han şöminenin karşısına geçmiş. Gözlerini cayır cayır yanan, bir o yana bir bu yana raks eden ateşe çevirmişti. Aklından hüzün deryaları kederin bulutları geçiyordu. Kapı adeta kıracakmışçasına iki kere arka arkaya tıklatıldı. Sultan Osman Han hiç istifini bozmadı. Sadece kederli ama bir o kadarda kararlı sesiyle "Gel" diye bağırdı. Kederinin sebebi küçüklüğünden beri tek dostu kardeşini ölüme vereceğiydi. Kararlılığının sebebi eğer ki kardeşini katletmez ise kendisinin katlolucağıydı. Sultan Osman Han derince iç çekti. Arkasına döndü ve karşısında Rumeli Kazaskeri Kemaleddin Efendi'ye name gönderttiği ağayı gördü. Ağa nameyi tam padişah uzatacaktı ki Sultan Osman Han buruk sesiyle "Sen oku." Diye emir verdi. Ağa ağlamaktan kıpkırmızı gözlerini hem eliyle siliyor hem de nameyi okuyordu. Ağa son olarak "Münasiptir. Rumeli Kazaskeri Kemaleddin Efendi" dedi ve fetvayı okudu. Sultan Osman Han, Kazasker Efendi'ye hem fetvayı verdiği için hakaret ediyor hem de teşekkür ediyordu. Sultan Osman Han, Şehzade Mehmed'in katlinin her şeyini en ince ayrıtısına kadar planlamıştı. Ağa'ya dönüp. " Ağa eğer ki bu namelerde duyduklarını ve gördüklerini başka birine anlatırsan senin canını alırım. Şimdi ağa emrimdir akşama Has Bahçeye bir sofra hazırlansın tüm Hanedan-ı Ali Osman davet edilsin. Tüm elçiler davet edilsin. Tüm divan üyeleri sadrazamımdan kadıya kadar hepsi davet edile." Dedi. "Ayrıca eski saraydaki herkes bu gece Saray-ı Hümayun'da kalsın. Herbiri için oda hazırlat. Ayrıca bana Nagehan Kalfa ve İbrahim Ağa'yı çağır." Dedi. Ağa Sultan'ın önünde yerlere kadar eğildikten sonra yavaşça geri çıktı. Çıktı Sultan Osman Han terasına geçti. Rüzgar genç hükümdarın yüzüne çarpıyor ve rüzgarın her çarpışı adeta onu daha da hırslandırıyordu. Az sonra Sultan Osman Han bazı ayak sesleri duydu. Kafasını arkasına çevirdi. Nagehan Kalfa ve İbrahim Ağa arkasında eğilmişlerdi. Sultan Osman Han onları kenara çekti ve onlara her şeyi anlattı. Her ikiside sevinç ve hüzne bürünmüştü. Sevinçleri Sultan Osman daha da güçlenecekti. Üzüntüleri Şehzade Mehmed ellerinde büyümüştü. Nagehan Kalfa ve İbrahim Ağa tüm kalfalar ve ağalarla Saray-ı Hümayun'daki hanedan mensuplarının dairelerinin başında halka yapıp dairelerinden çıkmaya çalışmalarına engel olacaklardı. Bu sayede Şehzade Mehmed'in katli daha rahat olacaktı.
Akşam olmuştu. Kadınlar Hasbahçenin sağ tarafında erkekler sol tarafta yerlerini almışlardı. Upuzun masalara yemekler dizilmişti. Cariyeler ve mutfak çalışanları oradan oraya yemek taşıyorlardı. Bazılarının elinde şerbetler, hünkar beğendiler, bulgurlar, pirinçler, acem pilavları, tavuklar, etler, helvalar... Ve daha niceleri. Her iki taraftanda görevlilerin sealeri gelmeue başladı. Akile Sultan, Sadrazam Paşa, Mahpeyker Kösem Sultan, Şehzade Kasım, Avusturya elçisi Pierre Mönstresör... ve daha niceleri. Sultan Osman Han masanın en başına kurulmuş Şehzade Mehmed'in gelmesini bekliyordu. Sonunda Ağa avazı çıktığı kadar bağırdı. "Şehzade Mehmed Hazretleri" Sultan Osman Han heyecandan birden ayağa kalktı. Sultan Osman'ın bir anda ayağa kalkmasıyla herkes birden şaşırdı. Sultan Osman Han yaptığı hatanın farkındaydı. Hemen kollarını iki yana açtı. Ve karşısındaki kardeşi Şehzade Mehmed'e sarıldı. Yerlerine geçtiler. Tüm ahali yemeklerini yemeye geçti. Bir yandan yemekler yeniyor diğer yandan en güzel makamlarda müzik ezgileri tüm Has Bahçeye yayılıyordu. Yemekler yendikten sonra büyükçe bir grup görevli evvela gelip boşalan yemekleri aldılar. Sonra tüm görevliler ellerinde helvalarla geldiler bardaklara hoşaflar döktüler. Sonra hepsi geri çekildi. Helvalarda yenildikten sonra herkes dağılmaya başladı. Mahpeyker Sultan eski saraya gitmeden önce Sultan Osman'ı da görmek istedi. Sultan Osman Han'ın yanına gittiğinde eski saraya gidemeyeceğini bu gece burada kalacağını duydu. En başta şaşırsada bir anlam veremediği için normal karşıladı.
Mahpeyker Sultan dairesine geçmiş gözlerini karşısındaki aynaya dikmişti. Ellerini saçlarında ve yeni yeni çiziklerin oluşmaya başladığı yüzünde gezdirdi. İçinden "Ahmet ah benim aşkına kul ve köle olduğum sultanım." Dedi. Güzelim gözlerini bir keder deryası kapladı. Narin ellerini yanaklarına götürüp göz yaşlarını sildi. Omuzları çöktü. Aslında dışarıdan çelik gibi yıkılmaz güçlü bir kadın gözüksede o da her kadın gibi narindi, kırılgandı. Birden çift taraflı kapı açıldı. Kapının açılma sesiyle Mahpeyker Sultan'ın arkasını dönmesi bir oldu. Güçsüz hali hemen değişti. Şehzade Mehmed kollarını açmış kendini bekleyen Mahpeyker Sultan'a sarıldı. Mahpeyker Sultan, Şehzade Mehmed'e sımsıkı sarıldı. Şehzade Mehmed sakin bir ses tonuyla "Mahpeyker Sultan bugün sizinle hiç hasbihal edemedik."dedi. Mahpeyker Sultan muzipçe gülümsedi. "Arslan parçam bugün biraz yoruldum. Müsaaden olursa dinleneyim. İstersen yarın hasbihal ederiz." Dedi. Mahpeyker Sultan, Fatma Sultan'ın evlatlarını kendi evlatlarından ayırmazdı. Onlarda Mahpeyker Sultan'ı anneleri Fatma Sultan'ın yerine koymuşlardı. Şehzade Mehmed hayal kırıklığının verdiği eziklikle "Sultanım ben başka bir şey diyecektim aslında. Bu sabahtan beri içimi bir keder kapladı. Biliyorum saçma gelecek ama yinde sormak isterim. Bana hakkınızı helal ediyor musunuz?" Mahpeyker Sultan şaşırmıştı. Kendisini topladıktan sonra "Nereden çıktı bu Allah korusun... neyse. İstirham ediyorum bir daha böyle şeyler duymak istemiyorum. " dedi. Şehzade Mehmed sorduğu sorunun cevabını alamamanın verdiği sıkıntıyla. "Lakin sualime cevap vermediniz." Dedi. Mahpeyker Sultan gülümsedi. Elini Şehzade Mehmed'in koluna götürüp kolunu sıvazladı. "Arslan parçam benim cevabım belli. Bir kere değil bin kere helal olsun. " Dedi. Şehzade Mehmed'in yüzünü bir tebessüm kapladı. Mahpeyker Sultan'dan müsaade isteyip daireden ayrıldı. Ağır adımlarla haremin mermer koridorlarında ilerledi. Gözdeler taşloğından geçerken taşloğın çok sessiz olduğunu herkesin dairesine çekildiğini fark etti. Normalde Şehzadenin gelmesiyle harem ağaları "Destur!" Diye bağırır cariyeler tüllerin ardına veya dairelerine çekilirdi. Ama kimse yoktu. Neredeyse tüm harem çekilmişti. Şehzade taşlıktan geçerken bir rüzgar taşlığa vurdu. Kırmızı, mavi, yeşil ve kahverengi acem işi tüller havada uçuşmaya başladı. Kandillerdeki ateşler dalgalandı. Şehzade Mehmed derince iç çekti. Ve az ilerdeki odasına doğru büyük adımlarla ilerleyecekti ki arkadan bir erkek sesi geldi. Bu ses İbrahim Ağa'nın sesiydi. Şehzade'nim önünde eğildikten sonra "Şehzadem, Sultanımız sizi görmek isterler." Dedi. Şehzade Mehmed "Hayırdır ne oldu bu saate bir şey mi oldu?" Diye endişeli bir şekilde sordu. İbrahim Ağa "Yok Sultanımız sadece sizle hasbihal etmek istemiş." Dedi. Şehzade Mehmed sonunda hasbihal edebilecek birini bulmanın sevinci ile "hadi o halde gidelim." Dedi. Az sonra ikiside altın yolun başına gelmişlerdi. İkiside ağır adımlarla ilerlemeye başladı. Has odanın kapısına geldiklerinde iki ağa çift taraflı kapıyı açtı. Şehzade Mehmed, İbrahim Ağa'ya dönüp "Hayırlı ve güzel rüyalar" dedi. Şehzade Mehmed Has odaya bir iki adım attı ki birden İbrahim Ağa'nın işareti ile çift taraflı kapı kapandı. Şehzade Mehmed kafasını birden arkaya çevirmişti. Kederli hali dahada kederlendi. Gözleriyle Has odada Sultan Osman Han'ı aradı. Ama kimse yoktu. Ağır ve küçük adımlarla has odanın içine ilerledi. Has odanın tam ortasındaydı. Acem işi halının üzerindeydi. Bir anda terasın ahşap kapısı açıldı. Şehzade Mehmed kafasını kapıya çevirdi. Kimse yoktu. Rüzgardan açıldığını düşünüp kapatmak için bir iki adım atması ile geri çekilmesi bir oldu. İçeriye tam yedi tane kapkara giyinmiş cellat girmişti. Ellerinde yağlı urganlar vardı. Şehzade Mehmed her şeyi daha yeni anlamıştı. Haremin bu kadar sessiz olmasınıda, bugünkü yemeğide, Sultan Osman'ın ona bu kadat yakın olmasınıda, has odaya çağırılışınıda. Hemen has odanın kapısına yöneldi. Kapıyı epey zorlasada kapıyı açamıyordu. Arka taraftan iki ağa kağıyı tutmuş kapının açılmasına engel oluyordu. Şehzade Mehmed avazı çıktığı kadar bağırdı. "Emrediyorum kapıyı açın." Dedi. Ama kapı açılmıyordu. Ağalardan biri urganı Şehzade'ye savurdu. Şehzade geri çekilerek bu tehlikeyi savurdu. İki cellat Şehzadenin kolarına asıldılar. Şehzade bu sefer ayakları ile hem tekmeler savuruyor hemde avazı çıktığı kadar bağırıyordu. "İmdat! Yardım edin!" Cellatlardan biri sağ kolunu biri sol kolunu biri sağ ayağını diğeri sol ayağını tutmuş biri urganı kafasına geçiriyordu. Şehzade bir ara ayağını kurtardı. Ve diğer ağaya tekme attı. Diğer ağalardanda kurtuldu. Avazı çıktığı kadar bağırdı. "Osman bre köpek Neredesin?"
Mahpeyker Sultan gürültüleri duydu. Hemen ayağa kalkıp kapıları açtı. Kapıyı açtığında gördüğü tek şey ağalardan oluşmuş bir duvardı. Mahpeyker Sultan her şeyi anlamıştı. Eliyle ağalara yumruklar atıp onları yıkmaya çalışıyordu ama nafile. Hiç bir işe yaramıyordu. Mahpeyker Sultan göz yaşlarını tutamadı. Çaresizlikten ağalara yalvarmaya başladı. Sadece o değil Atike, Ayşe, Gevher... Sultanlar; Kasım, Süleyman, Murad... şehzadelerde.
Şehzade Mehmed hızlıca etrafına baktı. En yakın olduğu yer Has oda başının dairesiydi. Sultan'ın odası ile bitişikti. Hızlıca oraya doğru koştu kapıyı tekmeledi ve tekmelemesi ile Cellatlardan birinin Şehzade'ye çembe takması bir oldu. Çift taraflı kapılar ardına kadar açıldı ama Şehzade yere yapışmıştı ve cellatlar hemen üzerine atılmışlardı. Birisi yağlı urganı Şehzade'nin boğazına geçirdi. Şehzade kafasını kaldırdığında. Odada tahtına kurulmuş Sultan Osman göz yaşları içinde deli gibi ağlıyordu. Yanındaki ağalar Kuran'ı ağlamaktan okuyamıyordu. Şehzade Mehmed birara Sultan Osman ile gözgöze geldi. Şehzade Mehmed gücü yettiği kadarınca bağırarak. "Osman, dilerim ki Allah'tan ömrün ve yöneticiliğin berbat olsun, beni nasıl ömrümden mahrum eylediysen sende böyle ölesin." Dedi. Ve o güzelim gözleri ağır ağır kapandı. Kafası yere vurdu. Yağlı urgan galip gelmişti. Şehzade Mehmed yenilmişti. Sultan Osman Han elini yumruk yapıp kalbine kalbine vuruyordu. Ağalar Şehzade Mehmed'in cansız bedenini bir sedyeye koyup ilerlediler. İbrahim Ağa cesedin Şehzade Mehmed olduğunu kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı. Sonra bastonunu mermer zemine vurdu. Hemen yanındaki ağalar çeşmeyi açtılar. Çeşme sesini duyan tüm ağalar Harem-i Hümayun'daki tüm çeşmeleri açmaya başladı.
Mahpeyker Sultan çeşme seslerini işitti. Çeşmeden akan suyun sesiyle ağalar dağıldı. Mahpeyker Sultan katlediliş işinin bittiğini anlamıştı. Hızlı adımlarla Has odaya doğru koştu. Altın yolun başına geldiğinde bembeyaz sedyedeki cansız vücudu gördü. Ve aniden yere yığıldı.

MAHPEYKERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin