FİTNEYİ DEFETMEK LAZIM

375 14 0
                                    

Sultan Osman Han karşısına Darrüsaade Ağasını almış dertleşiyordu. Sultan Osman bir yandan Ağayı dinliyor bir yandan sefer hazırlıklarını düşünüyor bir de payitahtı kime emanet edeceğini düşünüyordu. Derince bir nefes çekti ve günlerdir uykusuz gözlerini karşısındaki Darrüsaade Ağasına dikti. Darrüsaade Ağası Süleyman Ağa'ya ağayı yoklamak için şu soruyu sordu.
"Ağa Allah'ın izniyle kafirin üzerine bir kara bulut gibi çöküp oralara güneş olacağız" dedi. "Söyle bakalım sence ben seferde askerimin başındayken kim payitahtta yerimi kollasın?" Diye sordu. Ağa derince bir nefes aldı. İç çekti. Gözlerini Has odanın işlemeli tavanından yerdeki kahverengi, bordo ve beyazın birbirine girdiği halıda gezdirdi. Sonra kaşlarını havaya kaldırdı. Elini ağzına götürüp öksürdü. Artık kendini hazır hissediyordu. "Bir cümle Osmanlı mülkünün yegane sahibi hünkarım vallahi kimi bırakacağınızı değil kime bırakmamanızı söyleyebilirim." Dedi. Sultan Osman Han bu cevaba şaşırmıştı. Ellerini daha yeni tüğlenmeye başlamış çenesinde gezdirdi. "Söyleyesin Ağa kimi bırakmayayım?" Dedi. Süleyman Ağa gözlerini Sultan Osman'ın gözlerinin en derinine dikti. "Hünkarım çarşıda pazarda bir takım denyuz kendini bilmezler Şehzade Mehmed, Sultan Osman'dan daha bir bilgili, daha cengaver asıl padişah Şehzade Mehmed olmalıydı deyip dururlar. Yani anlayacağınız gerekli olan fitneyi defetmek lazım." Dedi. Sultan Osman ayağa kalktı şöminenin başına gitti. Ve sesini biraz kartlaştırmaya çalışarak "Gidebilirsin" dedi. Süleyman Ağa çekilince Sultan Osman terasına doğru yöneldi. Çift taraflı kapıyı açtı. Ve terasın mermer zeminine ayak bastı. Dimdik durdu. Gözlerini boğaza dikti. Her zaman atası Sultan Mehmet'in aşk ile baktığı Istanbul'a o da öyle bakardı. Ama bu sefer öyle olmadı. İçinde korku ve endişe adeta güneş ve ay gibiydi. Birisi gittiğinde yerini öbürü diğeri gittiğinde öbürü geliyordu. Korku gittiğinde endişe, endişe gittiğinde korku geliyordu. Sultan Osman Han şuan en çok annesi Mahfiruz Valide Sultan'a ihtiyaç duyuyordu ama o şuan yoktu. Düşündü annesinin yerini kim tutardı tabi ki de hiç kimse ama yinede annesi yerine kimi koyabilirdi. Güler Kalfa hayır, Mahpeyker Sultan hiç değil, tabi ki de Nagehan Kalfa. Sultan Osman Han avazı çıktığı kadar bağırdı. "Ağalar" bir tane ağa hemen terasın kapısına geldi. "Tez bana Hünkar Kalfam Nagehan Kalfayı çağırın." dedi. Sultan Osman Has odadaki tahtına kuruldu. Az sonra kapı açıldı. Nagehan Kalfa çift taraflı kapıdan içeri girdi. Sultan Osman Han, Nagehan Kalfa'ya yanına oturmasını işaret etti. Nagehan Kalfa, Sultan'ın hemen karşısına oturdu. Sultan Osman Han, Nagehan Kalfa'nın yaşlı ellerini avucunun içine aldı. "Nagehan Kalfa seni validem Mahfiruz Sultan'dan ayırmam. Zira fikrinde zikrinde valideme benzer. Bunun dışında elinde büyüdüm. Aklımı kurcalayan bir soru var validem Hakk'ın Rahmetine kavuşmasaydı bu soruyu ona sorardım lakin malumun." dedi. Nagehan Kalfa, Sultan Osman'ın gözlerinin içine bir anne şefkati ile baktı. "Sorun Hünkarım bekliyorum." Dedi. Sultan Osman Han derin bir nefes aldı.
"Günün birinde bir ormanda kocaman bir aslan sürüsü yaşarmış. Sürünün lideri vefat etmiş. Liderlik iki evladından birine kalmış. Yeni lider ormana ava çıkacağını söylemiş. Aslanlardan kendini bilmezler öbür aslan lider olsun demişler. Bunun üzerine lider aslan ne yapmalı." Nagehan Kalfa her şeyi anlamıştı. Yeni Lider aslanın Sultan diğer aslanınsa Şehzade Mehmed olduğunu. Ama Sultan Osman'a çaktırmadı. "Hünkarım bende sizi evladım gibi bildim." Dedi. "Size sorunuzun cevabını şöyle vereyim. Lider aslan diğer aslanın canını almalı." Dedi. Sultan Osman Han oldukça sakin bir şekilde " Sağol Nagehan Kalfa çıkabilirsin." Dedi. Nagehan Kalfa'nın gitmesiyle bir daha terasa çıktı. Akşam olduğunu fark etti. Üç gündür sefer hazırlıkların telaşından uyuyamıyordu. Büyük adımlar atarak içeri girdi. O haliyle kendini yatağa attı. Kendini yatağa atması ile gözlerini kapaması bir oldu.
Tüm saray simsiyaha bürünmüştü. Sultan Osman Han keskin bakışlarını aynaya çevirdi. Parlak ayna birden kan kırmızıya döndü. Sultan Osman Han bir anda ürktü. Geriye sıçradı. Koşarak validesinin dairesine ilerledi. Odada kimse yoktu. Validesinin terasına çıktı. Kimse yoktu yine bu sefer terastan bahçeye baktı. Gözleri bahçeye dikti. Darrüsaade Ağası, Nagehan Kalfa, İbrahim Ağa ve cellat Kasım Efendi birinin başında toplanmıştı. Darrüsaade Ağası, Sultan Osman Han'a baktı. Osman Han onaylarcasına bilmeden başını salladı. Darrüsaade Ağası kafasını Kasım Efendi'ye döndürüp onayladı. Cellat yağlı urganı önündeki adamın boynuna dolayıp sıktı. Kafası öne eğik adam iyice yere düştü. Nagehan Kalfa ve İbrahim Ağa ağlayarak cesedi sedyeye yatırdı. Sonra altı yeniçeri sedyeyi omuzlarına kaldırıp taşımaya başladı. Bir anda gökten iri iri kan damlaları dökülmeye başladı. Kandan yağmur yağıyordu. Sedye yaklaştıkça Sultan Osman'ın yüzünü endişe kaplıyordu. Sultan Osman arkasını döndü. Beyazlar içindeki Fatma Haseki, Sultan Osman'a bir tokat attı. Ve "Fitneyi defettinde eline ne geçti?" Dedi. Ve Sultan Osman Han bağıra bağıra uyandı. Yatak adeta terden göle dönmüştü. Sultan Osman Han hava almak için terasa çıktı. Şehr-i Stanbul'u izledi. Sonra kulağına bazı sesler gelmeye başladı. Fitneyi defetmek lazım, canını almalı gibi. Sultan Osman Han endişe ile çalışma masasına koştu okkasını kalemini hazırladı. Ve bir kağıda yazmaya başladı. Sonunada "Şeyhülislam Hazretlerinin mühim kararına sunmuş bulunuyorum." yazmıştı. Yani Şehzade Mehmed'in katli için fetva istiyordu. Has odanın kapısını açtı. Kapı kullarından birine "Bu nameyi tez Şeyhülislam'a yetiştirin." Dedi. Kapı kulu padişahın önünde eğilerek çekildi.
Padişahın gözüne tüm gece boyunca bir uyku damlası bile girmedi. Gözünü her kapadığında Süleyman Ağa ve Nagehan Kalfa'nın söyledikleri aklına geldi. Sabah olduğunda has odanın kapısı hızlı hızlı çalınmaya başladı. Sultan Osman Han'ın genç çehresini hüzün ve korkunun karışımı bir şey kapladı. Kendinden emin bir ses tonuyla "Gir." dedi. Ahşap kapı açıldığında içeri gece gönderdiği kapıkulu girdi. Kapıkulu üzerindeki sonbahar yapraklarının rengini anımsatan kaftanla içeri girdi. Hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı kapı kulu Şeyhülislam'ın, damadı Sultan Osman'a yazdığı nameyi uzattı. Sultan Osman nameyi aldığı gibi kapıkuluna çıkmasını emretti. Kapıkulu kafasını yerlere kadar indirip iki elini önünde birleştirdikten sonra geri geri giderek çekildi. Sultan Osman Han nameyi kılıftan çıkardı. Okumaya başladı. "Şehzade Mehmed kendi halinde bir şehzadedir. Devlet-i Aliye adına hiçbir zarar görmediğim için Sultan Osman Han'ın istediği fetvayı vermiyorum. Sultan Osman Han'ı sultanım olarak kınıyor; damadım olarak utanç duyuyorum." Yazmıştı. Sultan Osman Han derince bir nefes aldı. Kafasına koyduğu işi yapmalıydı. Yoksa ömrü boyunca pişman olabilirdi. Kapıkullarına seslendi. Bu sefer başka bir ağa gelmişti. Bu tıpkı öbürü giyinmişti. Hatta birbirlerine o kadar benziyorlardı ki aralarında ki tek fark bu ağanın esmer öbür ağanın beyaz olmasıydı. Sultan Osman Han bu sefer başka bir name yazdı. Ve ağaya bu nameyi Rumeli Kazaskeri Kemaleddin Efendi'ye götürmesini söyledi. Ayrıca ne kadar hızlı olursa o kadar iyi olacağını söyledi. Kapı kulu hızlıca eğilip has odadan çıkmıştı. Aslında bir nevi Sultan Osman Han'a hızlı olacağını göstermişti.
Rumeli Kazaskerinin İstanbul'daki köşkünün kapısu çalmaya başladı. Evdeki hizmetçilerden biri kapıyı açtı. Ağa hızlıca içeri girip "Kazasker Efendi nerede?" Diye sordu. "Sultanımız nameyi hemen cevaplamasını söyledi." Diye ekledi. Hizmetçi hemen paşanın üst kattaki çalışma odasında olduğunu söyledi. Ağa merdivenleri ikişer ikişer çıktı. Kafasını yere indirdiğinde halıdaki lale desenlerini gördü lale desenleri karşıdaki odayı gösteriyordu. Ağa kapıyı tıklattı. İçeriden kaba bir ses "Gel" diye bağırdı. Ağa hemen yanındaki hizmetçiye eliyle işaret yaptı. Hizmetçi bunun üzerine altın rengi musluğu çevirdi. Musluktan berrak temiz bir su akmaya başladı ve ortalığı su sesi kapladı. Ağa içeri girdi. Kazasker Kemaleddin Efendi şaşkın gözler ile ağayı inceledi. Ağa, Kazaskere eliyle okuması için işaret yaptı. Ağa nameyi kılıftan çıkardı ve okumaya başladı. Kazasker Kemaleddin Efendi nameye nakşedilen kelimeleri duydukça gözlerini büyütüyordu. Ağa son cümleyide söyleyip kendini tutamadı çok sevdiği ve desteklediği Şehzade Mehmed'in katli için fetva isteniyordu. Kazasker Kemaleddin Efendi, ağanın ağlamasına aldırmadan gaddarca ve umursamazca "Hünkarımız niçin Şeyhülislam Hazretlerinin yerine benden fetva istiyor." Diye sordu. Ağa hem göz yaşlarını tutmaya çalışıyır hem de Kazaskerin sorusuna cevap vermeye çalışıyordu.
"Hü... Hün... Hünkarımız Sultan Osman Han sizden evvel nameyi Şeyhülislam Hazretlerine gönderdi. Zannımca talebi reddedildi ve sizden fetva almak istiyor." Dedi. Kazasker pis bir sırıtış fırlattı ortaya. Kafasının içinde ne tilkiler dönüyordu şu an. Kendince "Demek ki Şeyhülislam Hazretleri reddetti bana gönderdi. Eğer vermezsem bir Masumun hayatını kurtaracağım lakin Sultanımız ne yapar eder o fetvayı başkasından alır. En iyisi fetvayı vereyim. Hem zaten Şeyhülislam vermemiş Sultanımızın gözünden düşmüş. Ben verirsem gözüne girerim. Bu sayede Şeyhülislam makamından azledilir bense sadarete yükselirim." Dedi. Ve kaleminü okkaya batıra batıra yazmaya başladı. Kurumasını bekledikten sonra mührünü bastı ve kılıfa sokup "Tez vakitte fetvayı Sultana ulaştırmasını söyledi." Ağa hızlı adımlarla merdivenleri çıktığı gibi indi. Atına atlayıp dörtnala sürmeye başladı. Ne olmuştu anlayamamıştı. Tüm Şehr-i Stanbul'u bir sis tabakası kaplamıştı. Ağa gözlerini kısarak iyice etkisini gösteren sis tabakası engelinden kurtulmaya çalışıyordu. Ağa hem ağlıyordu hem de atı sürüp maziyi hatırlıyordu. Şehzade Mehmed'in validesi Fatma Haseki Sultan'ın onu hareme aldığı günü hatırladı. Acaba şimdi ihanet mi ediyordu. Acaba nameyi saray-ı hümayuna götürmeyip Sultan Osman'a; götürüpte Fatma Haseki'ye ihanet mi etmiş olurdu. Bir anda altındaki simsiyah at durdu. Kafasını kaldırdığında karşısında Saray-ı Hümayun'un en haşmetli kapısının önüne gelmişti. Bab-ü Selam'ın önüne.

MAHPEYKERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin