Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)

Start from the beginning
                                    

İçeri girdiğimizde şehrin tüm kirinin nerede olduğunu da anlamış oldum. İçerisi öksüren, baygınlık geçiren insanlarla doluydu. Ama yine de ellerindeki biraları içmeye devam ediyor, yanlarındakilerle konuşacak gücü kendilerinde buluyorlardı. Kadınlar ve erkekler masaların arasında dolaşıyor, misafirlere dokunuşlarını sunuyorlardı. Hatta büyük bir kısmı basit bir dokunuştan çok daha fazlaydı.

Rae'ye, "Gittiğin genelevde buna mı benziyordu?" diye sordum ama cevap vermek için ağzını açtığında elimi havaya kaldırıp onu durdurdum. "Hayır, bilmek istemiyorum."

Boş masalardan birine oturduğumuzda genç bir adam bize sormadan önümüze üç kupa bıraktı, bana hafifçe gülümsedi. "Hizmetinizdeyim."

Rae de adamın gülümsemesine karşılık verdiği. "Aklından bile geçirme. Ona dokunacak olursan seni Tartarus'un en derin çukurlarına yollarım ve bunu yapmadan önce ellerini en uygun yerlerine sokarım."

Adamın gözleri korkuyla büyüdü, boğazını temizleyerek yanımızdan uzaklaştığında gülüşüme engel olmamıştım.

Rae bana yan bir bakış atıp kupayı elime tutuşturdu. "İç, sıradan bir bira değil," dediğinde dediğini yaptım. Acı arpa suyu boğazımdan aşağı kayarken gözlerim yaşardı. Bu halim Rae'yi gülümsetti. "İçini temizleyecek, Sophia'nın yeteneği bu."

Tara kendi birasını bir dikişte bitirdi, kupayı sertçe masaya bıraktı. "Nerede o?" Bakışları sabırsızlıkla meyhanenin içinde gezindi. "Geldiğimizi biliyor."

Rae başını salladı. "Arka tarafta," dedi. "Düşüncelerini duyabiliyorum. Gidip bir merhaba dersem belki bize katılmaya karar verebilir."

Rae masadan kalkıp Sophia'yı bulmak için gittiğinde Tara'yla ikimiz kaldık. Rahatsızlıkla biramdan bir yudum aldım ve son derece normal bir şeymiş gibi ona, "Karr'ı hala seviyor musun?" diye sordum.

Tara kaşlarını havaya kaldırdı. "Hala derken?"

Pekala, sohbete girmek için oldukça yanlış bir yöntem denemiştim. Her şeyi diyebilirdim, Karr'la aralarında ne olduğunu sorabilirdim ama bunun yerine doğrudan sormayı tercih etmiştim. Sanki dilim benden bağımsız hareket ediyordu. O anda anladım, kupaya baktım. "İçimi temizliyor," dedim.

Başını sallayarak beni onayladı. "Tüm yalanları ve dolanları da temizliyor. Ne hissediyorsan ne düşünüyorsan o." Masanın üzerinden bana doğru eğildiğinde siyah gözlerinde tehlikeli bir ifade vardı. "Şimdi sen söyle bana Mara, neden bana bu soruyu soruyorsun."

Dilimi ısırdım. "Önce sen," dedim kendime güçlükle hakim olarak. "Hala Karr'ı seviyor musun?"

Tara'nın kendisiyle verdiği savaşı gözlerimle gördüm. Nefesi sıklaştırdı, göğüsleri inip kalktı. "Bu karışık Mara," dedi en sonunda. "Senin düşündüğünden çok daha uzun ve karışık bir hikaye."

Bugün gördüklerim gözlerimin önüne geldi. "Onun başka birini sevebileceğinden korkmuyor musun?"

"Hayır," dedi sakince. "Bunu yapmakta özgür, ona aşkımı vermeyen benim."

Sustuğunda ben de sustum. Şu anda en son istediğim şey ölüm döşeğinde olan Karr ve hayatımdaki iki kadınla olan ilişkisine burnumu sokmaktı. Ama iyileştiğinde, Naia meselesini onunla mutlaka konuşacaktım. Hem kendi hem de kız kardeşimin iyiliği için bunu yapmak zorundaydım çünkü Tara ön görülemezdi ve Naia'yı ondan koruma gerekebileceğini biliyordum.

Sessizliğimiz Rae masaya bir kadınla döndüğünde bozuldu. Kadın o kadar güzeldi ki şaşkınlıkla ona baka kaldım. Gümüş rengi saçları düzgün bir topuzla başının üstünde örülmüş, gri gözleri ise neşe içindeydi. "Tara," dedi tatlı bir gülümsemeyle. "Seni görmeyeli ne kadar oldu, yedi asır mı?"

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now