Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)

Start from the beginning
                                    

Dudaklarımı ısırdım. "Bu seni hiç üzmedi mi?"

"Hangisi?" Burnundan bıkkın bir ses çıkarttı. "Tarihin beni nasıl andığı ya da anıp anmadığı umurumda değil. Senin de olmasın. Yalnızca bir kahramanmış gibi savaş ve gerekirse bir hiçmiş gibi tereddütsüz öl. Emin ol birileri seni mutlaka hatırlar."

Phoiniks yavaşça bu sabahki derslerimizin sona erdiğini belli edercesine silahları toplamaya başladığında alanın öbür tarafında Seus'la birlikte diğer askerleri eğiten Rae'ye baktım. Bir haftadır onu doğru düzgün görebildiğim tek zaman dilimi akşam yemekleriydi. Çoğunlukla odamıza ben eğitim için çıkmadan hemen önce döner, daha eğitimde ilk saatimi tamamlamadan savaşa hazır bir şekilde askerlerin başına dikilirdi.

Bir tanrı olduğu için şanslıydı çünkü hiçbir ölümlü böyle bir tempoda fazla dayanamazdı.

Bir ölümlü olduğum için şanssızdım çünkü onsuzluk giderek daha can sıkıcı bir hal almıştı.

Açlıkta Ephi'nin sepet içinde bıraktığı meyvelere baktım ama bir kahvaltıyı daha Rae'siz geçirmeye pek niyetim yoktu. Bu yüzden onun yeteneğini kullanmaya karar vererek derin bir nefes aldım. Kolyem onu birkaç saattir sürekli olarak kullandığım için canımı yakacak kadar ısınmış olsa da bana direnmedi; kendimi onun tam arkasında, ensesine bakarken buldum.

"Dediğim gibi-" Seus her ne söyleyecekse beni görünce yarım kaldı, birkaç saniyeliğine bocaladı. En sonunda elini havaya kaldırıp beni gelişi güzel bir şekilde selamladı. "Merhaba Mara, eğitim bitti mi?"

Rae arkasını döndü, sıcak ellerini suratıma koyduğunda suratında yarım yamalak bir gülümseme belirdi. "Üzerini değiştirmezsen hastalanacaksın."

Normal şartlarda tek odaklanacağım şey Rae'nin ellerinin tenime yaydığı ısı olurdu ama Seus'un suratındaki ifadeyi beğenmemiştim. Uzun sarı saçları örgülerinin altında suratının bir kısmını gizlese de yine de sıkkın ifadesi çok netti. "Sorun ne?" diye sorduğumda Rae'nin elleri bileklerime indi, tutuşu sertleşti. Bu benim için yeterli bir kanıttı. Genelde sakin biri olsa da belirli durumlarda gerginliğini gizleyemiyordu. İşte bu da belirli durumlardan sayılabilirdi. "Bir sorun var."

Kalbim çoktan ağzımda atmaya başlamış, avuçlarım terlemişti. Rae de bunu fark etti, benden bir adım uzaklaştı. Sorun her ne ise bana söyleyip söylememe konusunda büyük bir kararsızlık yaşadığı her halinden belliydi. Dudaklarını düz bir çizgi halini alana kadar birbirine bastırdı, bir süre de öyle kaldı. "Askerlerin," derken kesik bir nefes verdi. "Bir kısmında sorun var."

Titredim. "Ne gibi bir sorun?"

Seus eliyle diğerlerinden ayrı bir grup halinde oturan askerleri işaret etti. "Onların hatıraları var."

"Bu da ne demek?" Sorulardan oluşan bir sarmala dolanmış gibiydim. Attığım her adımda beni içine daha da çekiyor, kaçışımı imkansız kılıyordu.

Sesim o kadar telaşlı çıkmıştı ki Rae suratımı yeniden ellerinin arasına almak zorunda kaldı. Baş parmağını yumuşak hareketlerle çenemde gezdirdi. "Onları öylece yarattığını düşünüyorduk Mara ama," dedi ama sözlerine devam etmedi. Ya doğru kelimeleri seçemiyordu ya da ne kadarını bilmem gerektiğine karar veremiyordu.

Karr gürültülü adımlarla yanımıza yaklaştı, göğüs zırhını tutan deri iplere sertçe asılıp onları çözdü. "Onları bir yerden çalmışsın," dedi bir çırpıda zırhı kafasından çıkartırken. "Hangi sikik diyardan çaldığını bilmiyoruz ama azımsanmayacak kadar büyük bir kısmı geçmişlerini hatırladıklarını fark etti."

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now