1

1.4K 121 37
                                    

⚕️

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

⚕️

Mavi gökyüzünü kaplayan pembeliğin altında indi eski otobüsten. Kasaba girişine konumlandırılmış eski, ahşap tabelada yazan 'Garhoon' ismi tüylerinin diken diken olmasına sebep oluyordu. Elindeki kahverengi bavulunu yere koydu, rüzgar başak tarlalarını aşarak tenine vururken kolunda tuttuğu siyah, uzun kabanını giydi üzerine. Otobüs şoförü sadece kasaba girişine kadar bıraktıklarını söylerken şaka yaptığını düşünmekle hata etmiş olduğunu anladı. Uzun bir başak tarlası önünde uzanıyordu ve arada dar bir patika ayrılıyordu. Tekrar tabelaya baktı, rüzgarda sallanırken sinir bozucu bir gıcırtı sesi çıkıyordu. Güneş batmak üzereydi, biraz daha beklemenin ve vakit kaybetmenin anlamı yoktu. Otobüsün yanından ayrılmasından sonra tek bir ara görülmemişti uzun otobanda.

Bavulunu yeniden eline aldı, sabah yapmış olan yağmurun etkisi ile çamurlaşmış patikaya ilk adımlarını attı. Kendisi ile alay edildiğini düşünmeden edemiyordu. Busan'ın en köşesinde kalan, çevresi başak tarlaları ile kaplı bir kasabaya gönderileceği söylendiğinde tek kelime etmemişti. Kendisine üst kurul tarafından bir ceza olduğunu biliyordu bunun, ne kadar kasabanın sakin ve biraz kendisini toparlaması için uygun bir yer olduğu söylenmiş olsa da. Gerçek, gerçekti. Çarpıtılamaz, dolaylı yola başvurulamazdı. Tarlanın ortalarına ilerledikçe rüzgar daha sert esiyor, beline ulaşan uzun başaklar bedenine çarpıyordu. Yenilmiş hissediyordu. Ağzında mekanik bir tat bırakan burukluk vardı yüreğinde. Olacakları tahmin edememiş olmasının verdiği pişmanlığın içine yerleştirmişti.

Tarla sona erdiğinde birkaç ara sokak, tek tük geleneksel evler çıkmaya başladı karşısına. Kiremit damların, sokaklarda oynayan ve kendisine dehşet içinde bakan çocukların arasından geçip gitti. Meydanı bulmak zorundaydı lakin her sokak birbirinin aynı görünüyordu. Sokaklarda oynayan çocuklar bile birbirine öylesine benzerlik içindeydi ki aynı sokaklar içinde dönüp durduğunu düşünmeden edemedi. Meydan yuvarlak, ona çıkan sokakların ortasındaydı. Birkaç önemli olduğu belli olan beton binaların arasında lokantlar, minik çay bahçeleri, kafeler vardı. Eskimiş sarı binanın üzerinde yazan 'Adalet Sarayı' tabelası gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmasına sebep oldu, tabeladaki birkaç harfin kenarları soyulmuş, tabela da her an düşmek üzere duruyordu.

"Merhaba, hoş geldiniz."

Nereden geldiğini anlamadığı orta yaştaki bir adam önünde eğilerek onu selamlarken bir adım geriye gitme dürtüsüne karşı koydu. "Ben kasabanın başkanı Kim Suhyeong. Yargıç Min Yoongi, değil mi?" Başını sallayarak onu onayladı, aç olup olmadığını sordu başkan denilen adam. "Sadece uyumak istiyorum, benim için bir yer ayarlanmış olması gerek." dedi Yargıç, önünde bir kez daha eğilen başkanın mahcup yüz ifadesine bakılırsa kendisine dile getirilen yer ayarlanmamış görünüyordu. "Buradaki evler eski. Sizin geleceğinizi haber alınca birini size tahsis ettik ama su tesisatında arıza çıktı. Birkaç günlüğüne sizi kasabanın misafirhanesinde ağırlayacağız." derken bir kez daha eğildi, Yargıç Min Yoongi ona bunu yapmayı kesmesini söylese de adamın pek umursadığı yoktu.

when the magnolia blooms' yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin