İyiyim demezse, hiç değilse susması için Anıl'ın bende unuttuğu telefonunu teklif edip arabaya geri dönmeyi planlıyordum. Selin'in bende bıraktıkları -yada aldıkları, bilmiyordum- sağ olsun 'iyiyim' cümlesiyle pek anlaşamıyordum.

Bakışları bacağındaki elime gittikten sonra 'O eli çekmezsen emaneti çekeceğim aga' diyecekmiş gibi bir sinirle bakışlarını bana çevirdi ama tekrar dakikalar öncesi gibi bakışları yumuşadı. Gözlerini kırpıştırdığında sanki zorundaymışım gibi bende kırpıştırdım. Ben nefesimi üflerken, o ise derin bir nefes aldı.

Yok ya, kötüydü sanki gözleri.

"Ölüyordum be!" diye çirkefleştiğinde sinirle dudağımı yaladım. Yanar döner bir kızdı ama döner yanar bir kız olmasından daha iyiydi. Bu tavırları kız kardeşimi hatırlatmıştı. Egemen yüzünden elimden alınan küçük kız kardeşim de tıpkı bu kediye benzeyen bakışlara sahip kıza benziyordu. Bir keresinde trafikte Hüsno'nun canına kast etmiş bir adamın ebesine kayacağım sırada arabadan çıkmış araya kaynamıştı. Ben 'Arabaya dönmezsen annemi ararım' diyeceğini zannederken o Ayaz Barkın'ın kardeşi olmanın hakkını vermiş, adamın üzerine yürümüştü. Tam da benim ona öğrettiğim gibi olmasa da adamın suratına yumruk -daha çok parmak- attığında çıkacak kargaşayı anlayıp kardeşimi arkama çekmiştim. Görevi devralan ellerim adamın yakasından tuttuğunda sırıtıyordum çünkü kardeşim sümsük Atalay'a değil de yakışıklı bana benzemişti. Yakışıklılık yönünden değil tabii.

Bu kızda kardeşim gibiydi çünkü ben adamı bir güzel hastanelik edip birde ailesine bizzat kendim ödemeli atıp haber verdikten sonra kız kardeşim adamı ziyarete hastaneye gitmişti. Yumruk attığına pişman olmaktı bahanesi. O da bu mavi gözlü kız gibi yanar dönerdi.

Kötü kötü bakmaya çalışırken "Buradan bakılınca ölmüş gibi görünmüyorsun!" diye sesimi yükselttim. Ama sırıtmama az kalmıştı. Beklediğim gibi susmadı. O gün içerisinde anlamıştım ki arabada dilediğim gibi Hüsno'nun başına bela olmamıştı ama benim başıma büyük bir bela sarmıştı bu mavi gözler.

"Ben?" diye sordum telaşla doktora. Sanki söylese anlamayacakmışım gibi - ki anlamazdım da- arkamda duran görevlilere beni gösterdikten sonra hızla ameliyathaneye girdi, kediciğin arkasından. Bakışlarım yavaşça kapanan kapının ardında sedyeyle taşınan Masal'dayken uyardığı görevlilerden birisi kolumdan tuttuğunda onlara değil de Masal'ın gidişine direndim. Beni çekmeye çalışmalarını umursamadan konumumu korumaya çalıştım çünkü birazdan kapı kapanacaktı ve hala nefes alıyorken onu görmem lazımdı.

Ve bende hala nefes alıyorken...

Saçları biraz sonbahar, gözleri karla kapanmış kış, soluk ten rengi güneşi bekleyen yaz, hareketsiz elleri de beni bekleyen ilkbahar. Bekliyordu beklemesine de, bırakmıyorlardı ki.

"Tamam." diye bağırdım görevlilere artık kapı sadece kediciğin yüzü için açıkken. "Bırak."

Amacım kapı kapanmadan ona yaklaşabilmekti ama saniyeler sonra kapı kapandığında bile kediciği arkasında bırakan kapıya yaklaşamadım. Niye tutuyorlardı ki? Ona zarar verebilecekmişim, ortalığı karıştırabilecekmişim gibi niye tutuyorlardı? Sadece ezberlemek istiyordum onu. Olurda bir daha nefes alırken göremezsem diye bakmak istiyordum. Görmek istiyordum. Başımı göğsüne yaslayıp kalp atışını dinlemek istiyordum. Bu siktiğim görevlilerin 'Beyefendi lütfen sakin olun' sözlerini değil de o kalp atışları duymak istiyordum. Ozaman sakinleşirdim zaten.

"Hayır, hayır." diye bağıran tanıdık sesi duyduğumda hızla ona dönmeye çalıştım ama kolumu tutan görevliler hareketlerimi kısıtlıyordu. Arkama dönmeye çalışmamla bir görevlinin boynuma iğne batırmaya kalkıştığını gördüm. "Yapmayın, ben sakinleştireceğim. O benim oğlum, lütfen."

BENİMLE YAN (2.kitabı geliyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin