BÖLÜM 6

296 19 1
                                    

Havanın kararmaya başlamasıyla sarı-turuncu tonlardaki sokak lambalarının lütfettikleri kadar aydınlık altında ilerliyordu araba. Yolun uzun olmaması şansı ve şanssızlığı bir arada barındırıyordu. Şanslıydı, vazgeçecek kadar zamanı olmadan hedefine ulaşacaktı. Şanssızdı, söylemek istediklerine uygun kelimeleri bulamamıştı henüz.

Ateş Hekimoğlu yola çıktığından daha karmaşık bir noktadaydı.

Valide Atik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin otoparkına ulaştığında tanıdık bir aracın yanına park etti. Arabanın vitesini park konumuna getirdi ancak motoru durdurmamıştı. Farlardan süzülen ışığın nasıl yayıldığını izledi bir süre. Derin bir nefes aldı, hemen yanında duran İpek'in arabasına bir kez daha baktı ve motoru durdurdu. Zorlanarak indi araçtan, bastonuna yüklendi ve aracı kilitledi. Her hareketi saniyeler yerine dakikalarca sürüyor gibi hissediyordu, Bedeni kurumaya yüz tutmuş alçıydı sanki, bir ayağını diğerinin önüne atmakta zorlanıyordu.

Kaçtın, dedi kafasının içindeki kendi sesi. Bunca yıl kaçtın ve geldiğin nokta burası. Çok da uzaklaşamadın. Kaybettin ve hesabını verme zamanın geldi.

Aksayarak hastaneye doğru yürümeye başladı. Orhan'ın dediği gibi, yarın sabah bu sabahki gibi olmayacaktı.

-o-o-

İpek Tekin uzun zamandır bu kadar hafif hissetmiyordu kendini. Dışarıda kopmuş bir fırtına ve atlatılan hipotermi tehlikesi sonrası Ateş ile katıla katıla güldüğü bir sohbete koyulmuşlardı. Bir şeyler yerken ilginç anekdotlar aktarabilen birisiydi Ateş, ilkokulda kermes için getirilen bir tepsi börekten sınıf öğretmenlerinin mahallenin fırıncısıyla ilişkisi olduğunu çözdüğünü anlatıyordu o an. Öğretmenin nasıl paniklediğini, annesinin başka okula gönderilmemesi için nasıl çabaladığını, başka şubeye verildiğini anlatırken bir böreğin ne kadar ele verici bir şey olduğunu açıklıyordu. Yatağın üzerine koydukları tepsinin iki ucuna oturmuşlardı ancak İpek yer yer gülmekten dengesini kaybedip yana yıkılıyordu.

Ateş gülmekten kızarmış İpek'i izledi bir süre. "Ha şöyle be, gülmek nasıl da yakışıyor sana."

İpek'in gülmesi yerini utangaç bir gülümsemeye bıraktı. Eliyle saçını kulağının arkasına attı, "Küçükken de tam bir  baş belasıymışsın."

"Bariz olanı söylemenin neden kötü bir şey olduğunu o zaman da anlamıyordum, hâlâ da anlamıyorum."

İpek gülerek başını iki yana salladı. Karşısındaki yetişkin bedenine sahip adamın hiç büyümemiş bir yanı olduğunu biliyordu.

Ateş bardağındaki çayı bitirince önlerindeki tepsiyi gösterdi, "Bana diyordun da, sen de kahvaltı yapmamışsın belli ki, sildin süpürdün hepsini."

"Abartma, çoğunu sen yedin."

"Buradan bakınca öyle görünmüyor ama neyse."

İpek ile böyle boş  ve sıradan bir  muhabbete dalmak rahatlatmıştı Ateş'i. Üzerinde oturdukları yatakta az evvel yaşananları düşününce birbirleri etrafında gerilmelerinden korkmuştu. Ama şimdi her şey olağan gibi geliyordu, İpek ile hep bu kadar yakınlarmış gibi. Sanki olması gereken buymuş gibi.

Yağmur altında kaldığı o anlarda kendinden emin olduğu şeyi tekrardan hissediyordu şu an. İpek Tekin'i dokunabileceği kadar  yakınında istiyordu. İstemsizce gülümsedi ve karşısındaki genç kadının yüzünde yansıma misali beliren gülümsemeyi izledi.

İpek birden yataktan kalktı ve aralarındaki tepsiyi kaldırdı. Ateş tepsinin bir kenara bırakılacağını düşünmüştü ancak İpek kapıya yönelmişti.

Uçuk Mavi Pencere [Hekimoğlu]Where stories live. Discover now