BÖLÜM 2

392 29 10
                                    

"Sor hadi."

"Efendim?"

"Orhan uyumuştur, sanmıyorum konuşmamızı duysun... Sor hadi aklındakini."

İpek Ateş'in ne sormasını beklediğini anlamamıştı, aslında kendisi Ateş'in soruları olabileceğini düşünüyordu. Belki de böyle söyleyerek kendi sorularına yol açmaya çalışıyordu.

"Ben senin soruların olabileceğini düşünmüştüm doğrusu."

Güldü Ateş, "İlk adımı ben atmam diyorsun yani..." Bastonunu gösterdi, "Adım atma konusunda ben çok iyi değilim, malum."

"Bilmez miyim..."

İkili birbirlerine baktılar bir süre. Sonra Ateş bakışlarını yere çevirdi.

"Belki de bazı şeylerin kutuda kapalı kalması daha iyidir... Schrödinger'in kedisi gibi yani."

Gülümsedi İpek. Az önceki gerginliğin aksine sakin bir sessizlik yayıldı odaya. Kutunun içindeki kediden ses çıkmıyordu, belki çoktan zehirlenmişti, belki de sadece uyuyordu.

-o-o-

Verdikleri moladan sonra iki saate yakın bir süre sonrasında kalacakları yere ulaşmışlardı. İç Anadolu'nun tekdüze bozkırından sonra Karadeniz'in yeşili ve mavisi insanın içini açıyordu. Arabadan indikten sonra havayı içine çekti İpek, egzoz ya da dezenfektan kokusu değildi ciğerlerine dolan. İlk dakikadan buraya gelmekle iyi yaptığına karar vermişti bile.

Ateş ise iner inmez gerindi ve gülümseyerek etrafına bakınan İpek'e baktı bir süre. Kendisine baktığını fark edince kaşlarını çattı, "Yol boyu manzaranın keyfini çıkardın zaten İpek hanım. Dönüşte sen kullanıyorsun, ona göre."

Kalacakları yer küçük bir aile işletmesiydi. İçeri girdiklerinde orta yaşlı güleç bir adam karşıladı onları, Ateş ile bir gün öncesinde konuştukları belliydi. Dün akşamüstü Ateş'in söylediği gibi, odaların büyük kısmı boştu, onlar haricinde bir müşteri daha vardı sadece. Kayıtlarını yaptıktan sonra ikinci kattaki odalarının anahtarlarını verdi. Normalde kahvaltı saati geçmek üzereydi ama onları bekledikleri için bir şeyler hazırladıklarını, isterlerse hemen kahvaltıya inebileceklerini söyledi adam. Sabahın köründe yedikleri poğaça ve yolda içtikleri saçma kahve sonrası kahvaltı teklifi çok cazip gelmişti.

İkinci katta karşılıklı iki odada yolları ayrıldı. Küçük ama sevimli oda çok hoşuna gitmişti İpek'in. Perdeyi çekip uçuk mavi renkteki pencereyi açtı. Minik bir kasabanın sabahın geç saatlerindeki sakinliğine daldı birden. Kaosun, stresin ortasından böyle durgun bir yere gelince kendinden soyutlanıyordu insan. Başka bir zaman dilimiydi sanki burada yaşanan.

Onu kendine getiren şey oda kapısının çalınması oldu. Açtığında bir adet sabırsız Ateş Hekimoğlu kendisini bekliyordu. Evet, İpek de acıkmıştı ama Ateş illaki kendisine laf sokmadan duramıyordu tabii.

Kahvaltı esnasında pansiyon sahiplerinin kalanlarıyla da tanışmış, gezilecek yerler konusunda bilgi almışlardı. İlk günü tarihi yerlere ayırmaya karar verdiler, ikinci gün ise Çakraz'a gideceklerdi.

Siz yine de yarın için çok emin olmayın demişti evin oğlu. Öğleden sonra hava dönebilir, açıktaki fırtına yön değiştirmezse yağış bekleniyor diye eklemişti. Hele bir yarın olsun demişti babası da. İkili birbirlerine baktı. Anı yaşamaya gelmişlerdi madem, biraz yağmurun pek de etkisi olmazdı onlar için.

Kahvaltı sonrası yola çıkmak için hazırlanmaya gittiler. İpek pansiyon sahiplerinden öğrendiklerini küçük bir not defterine yazmıştı, kapıda buluştuklarında gezi rotaları hazırdı bile.

Uçuk Mavi Pencere [Hekimoğlu]Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ