BÖLÜM 4

384 23 8
                                    

Not: İki bölüm önce yaklaşık 8-9 yıl önce yazdığım başka bir hikayede benzer bir sahne bulunduğu için hikayede değişiklik yapmak durumunda kalmıştım. Her ne kadar yağmurdan vazgeçemesem de geçen bölümden sonra aklımdaki kurguda tekrar değişiklik yaptım çünkü yoğun yağmur altında kalmanın romantize edilemeyeceği günler yaşadık. Sel felaketinden zarar gören herkese geçmiş olsun.

-o-o-

Sabah kendine yer bulmaya çalışırken, üzerindeki örtüye sıkı sıkı sarılmış İpek Tekin yavaş yavaş uykunun tatlı dünyasından sıyrılmaya başlamıştı. Akşamdan kalmalığın verdiği hafif baş ağrısının da etkisiyle gözlerini açmaktan imtina ediyordu ama tüm bedeni uyanması gerektiğinin farkındaydı. Daha fazla dayanamayıp araladı gözlerini, gece ışığı açmaya üşendiği için kapatma ihtiyacı duymadığı perdeler yerine uçuk mavi pencereyi görmüştü karşısında. Ancak ardındaki gökyüzü  pek umut dolu görünmüyordu, dünkü fırtına beklentisinin doğru çıktığını anlamıştı. Yavaşça doğrularak pencereye yaklaştı, karanlık bulutların amansız savaşında kopan gürültüydü onu uyandıran. Yakın yerlere yağmurun yağdığı belliydi, giderek üzerlerine doğru yaklaşıyordu. 

Komodinin üzerindeki saatini alarak günün hangi diliminde olduklarını anlamaya çalıştı, tahmin ettiğinden daha geç kalkmıştı. Kendine bir bardak su doldurup kana kana içti, ikincisini de aynı hevesle doldurdu ancak yarısına geldiğinde duraksadı.

Gözü odanın kapısına takılmıştı. Aklı ise dün gece o kapının ardında yaşananlara...

Sarhoş olduğunu hatırlıyordu, Ateş'in sarhoşuz dediğini de... O an sarhoş olma bahanesine sığınmak istemişti, o an "akışına bırakmak" makul gelmişti. Sadece bir anlığına. Bazı detaylar hafif bulanıktı şu an ama neden buraya geldiğini sorgulamıştı ve cevabını bulamamıştı. Hâlâ da bulabilmiş değildi.

Aradığı bir diğer cevap da şu an nasıl davranacağıydı. Koridorun hemen karşısındaki adam kendisinin aksine "akışına bırakmamayı" tercih etmişti. Ya da "Sen neden buraya geldin?" cümlesi ile aslında hiçbir zaman öyle bir niyeti olmadığını anlatmaya çalışmıştı. Bu düşünce İpek'i pişmanlık yığınının altında bıraktı birden. Belki de Ateş gerçekten iyi bir arkadaş olmaya çalışmıştı sadece. 

Dün gece her ne olduysa da sarhoş olmaya bağlayacaktı, hiçbir şey olmamış gibi düşünmek en kolaycı çözümdü. Sıkıntıyla pencereden dışarıya baktı tekrardan. Yağmur damlaları camı dövmeye başlamıştı bile.


Ateş Hekimoğlu gözlerini açtığında bu sefer tekrardan uykuya dalamayacağının farkındaydı. Saatin erken olduğunu tahmin ediyordu ama uzaklardan gelen gök gürültülerinden bulutların güneşe müsaade etmediği için ortalığın henüz aydınlanmadığını anlamıştı. Yataktan kalktı ve pencereden dışarıyı izlemeye koyuldu, verimsiz bir gece uykusundan sonra yatakta olmanın bir anlamı kalmamıştı. Pencereyi açtı, yüzüne çarpan rüzgar yağmur kokusunu da taşımıştı.

Kafasının içinde geceden beri dolanan sahnenin rüzgar ile dağılacağını düşünmüştü ama yanılmıştı, gözlerini kapattığında kendini koridorda bulmuştu yine. Dün tüm gün çok eğlenmişti, okuldaki durumu düşününce geçirdiğim son keyifli zamanlar da olabilir diyordu. Ama gün akşama dönünce eğlencenin üzeri hüzünle kaplanmıştı biraz. İpek'in dalgalı ruh hali ve kendi anlamlandıramadığı tuhaf hisler kapının önündeki kısa ama bir o kadar uzun anı yaşatmıştı. 

Havanın guruldamasıyla gözlerini açtı, soğuk denilebilecek havanın ayıltıcı etkisini düşünerek dışarı çıkmaya karar verdi. Bugün büyük ihtimalle Çakraz'a gidemeyeceklerdi ama biraz yürüyüş yapmanın iyi geleceğini düşündü. 

Uçuk Mavi Pencere [Hekimoğlu]Where stories live. Discover now