BÖLÜM 3

368 26 4
                                    

Güneş batıyor, yerini maviden bir renk paletine bırakıyordu. İpek gün boyu gezinmenin verdiği enerjiyi kelimelere yönlendirmiş gibiydi, hem önündekilerden yiyor, hem de oradan buradan bir şeyler anlatıyordu. Ateş onun bu neşeli halini oldukça eğlenceli bulmuştu doğrusu, bir gün öncesinde boynu bükük vaziyette ağacın dibinde oturan kişiden eser kalmamıştı. 

İpek birden durdu ve kaşlarını çattı, "Ne o Ateş bey, yoruldunuz mu yoksa? Hiç sesiniz çıkmıyor."

Ateş hafifçe güldü, "Maşallah İpek hanım, iki yudumla çenenizin yayları gevşedi. Bana sıra gelmiyor ki!"

Bu cevabına ufak bir kahkaha attı İpek, kadehini kaldırdı. "Dur bakalım, daha yeni oturduk masaya."

Ateş kadehini kaldırdı ama tokuşturmadı, "Nesine diyelim o zaman? Sağlığına demeyelim ama çok klişe."

İpek derin bir nefes aldı, "Şimdiye diyelim."

Ateş bir an İpek'in gözlerinin içine baktı. Evet, hali tavrı oldukça neşeliydi ama o ışık perdenin ardına pek sızmıyordu. Kafasıyla onayladı, "Şimdiye."

Kadehlerin birbirine çarpmasıyla geri sayım başlamıştı sanki. Şimdi dedikleri ne zamana kadardı, kadehlerin sonuna kadar mıydı, yarın sabaha kadar mı, yoksa İpek otobüse binene kadar mıydı? Ya da şimdi çoktan bitmiş miydi?

-o-o-

İpek kitap ayracını eline alıp inceledi. Bunu aldıkları dükkanın tavanın asılı rüzgar çanlarının sesleri bile yankılanmıştı kulaklarında. Dönüşte birkaç arkadaşına götürmek için ufak tefek şeylere bakarken görmüştü; ince ahşaptan, ucunda turuncu püskülü olan bir şeydi. Bir yüzünde güneş, diğer yüzünde yıldızlar vardı. Şimdi elinde tuttuğu ayracın püskülünün rengi solmuştu ve ucu hafif yanmışa benziyordu. Kenarları da yıpranmıştı, geçen yirmi yıl boyunca tek bir kitabın arasında durmadığı belliydi.

"Bir köşeye atmışsındır diye düşünmüştüm."

Ateş, kendisine bakmayan İpek'in gereğinden uzun süre ayracı incelemesini izledi, cevap vermediğinde İpek kafasını kaldırmıştı.

"Yani, biraz hırpalandı bu zamana kadar. Ama nereye koyduğumu biliyordum her daim. Hatta şu senin meşhur nihalenin bile ortadan kaybolduğu oldu ama bu arkadaşın yeri hep belliydi."

"Sana verdiğim zaman baya homurdanmıştın."

"Hediye mediye işlerinde çok iyi değildim hiçbir zaman."

İkisi de birbirlerine baktı bir süre. Konuşmak istedikleri şey bu ayraçtan ötesiydi ama Ateş'in bu ufak adımından öteye geçememişlerdi henüz.

"Bak ben-"

"Aslında Ateş-"

Aynı anda söze başlayınca çıkan bu ufak karmaşaya güldü ikisi de. İpek ayracın üzerindeki yıldızların üzerinde gezdirdi parmaklarını.

"Sence o kapalı kutuyu açmalı mıyız?"

"Konuşulacak bir şey yok diyen sendin ama belli ki ikimiz de kutudaki kediyi merak ediyoruz."

Schrödinger'in kedisi benzetmesi içinde oldukları duruma uyuyordu gerçekten de. İpek karşısındaki adamı tam olarak çözemiyordu. Amasra'da geçirdikleri hafta sonu hakkında konuşurlarsa her ikisi için ne ifade ettiğini anlayacaklardı. Ateş sanki yaşadıklarının İpek için hiçbir anlamı yokmuş gibi bir tavır takınıyordu. Her ne kadar üzerini örtseler de yirmi yıl önce yaşadıkları aklının bir köşesinde tüm berraklığıyla duruyordu. Ateş Hekimoğlu ile sonraki dönemlerde kurdukları her iletişim aslında o hafta sonunun Ateş için hiçbir anlamı olmadığı izlenimi vermişti. Neler olduğunu düşününce İpek'e göre Ateş'in sitem etme hakkı olmadığı ortadaydı.

Uçuk Mavi Pencere [Hekimoğlu]जहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें