"Sen hep bencildin Taehyung, hep nankördün. Ulaşamadığını isterdin, sürekli insanlar sana acısın diye ağlardın. İşte tam olarak böyle; gerçeklerle, sebep olduklarınla yüzleşmemek için akıtmıyor musun şu an bu damlaları? Bir kere güçlü dur karşımda, bir kere dik dur. Gurursuzsun Taehyung, sen onursuzsun."

Kulaklarıma ulaşan her kelime beni tarifi imkansız bir boşluğa sürükledi; bedenimin sarsıldığını, yüksek sesle içim çıkarcasına ağladığımı biliyordum ama hissedemiyordum. Ya da ben o kadar çok acıyordum ki şu an, o kadar olumsuzlukla mücadele ediyordum ki karmaşadan uzaklaşıp duygularımı tek tek çözümlemem imkansızdı.

"Ne diyorsunuz? Anlamıyorum. Ben yapmadım, kimseyi ağlatmadım." Çileden çıkmışçasına üzerime yürüyerek koluma sarılıp bedenimi sarstığında dehşetle titrerken savunmasızlık her yanımı kuşattı. Feromonlarımın ekşi kokusuyla yüzü buruşan babam kinle baktı bana, harelerinde gördüğüm her nefret izi bir bıçak şeklinde somutlaşarak kalbimi deşiyordu sanki.

"Sen anneni öldürdün Taehyung. Annenin katilisin sen. Onun rahmine düştüğün gün onu zehirlemeye başladın, güçsüzdü. Seni doğurmak için yeterli değildi ama istedi. Doğdun, etkili ilaçlar içtiği için seni besleyemedi. Ondan başka kimseyi kabul etmedin, gecelerce açlıktan kıvrandın da onun sütünden başka hiçbiri ağzını açtıramadı. Çünkü nankör Taehyung, her zaman ulaşamadığını isterdi."

Kader seni ağlatır, kader seni güldürür.

Ölüm dillendirmek dahi istemeyeceğim kadar korkuturdu beni. Hiçbir canlıya yakıştıramazdım; donuk gözlerin, soğumuş bedenlerin, bir zamanlar birilerinin en sevdiği olanların cesetleşmiş hâlinin görüntüsü zihnimi bulandırırdı.

Ölümden kaçarken öldürmüş müydüm? Benim ellerimde en sevdiğim insanın kanı mı vardı? Annemin nefeslerini ben mi kesmiştim?

Babamın sırtıma bıraktığı ağırlıkların yükünü çekemeyen bacaklarım beni yarı yolda bırakırken olduğum yere düştüm. Jeongguk'un öptüğü dizlerim yerdeki pahalı mermerlerin sertliğiyle sızım sızım sızladı; daha çok acısın istedim, anneminki kadar acısın, çektirdiğimi çekeyim istedim.

"Sen yaşa diye öldü o, senin şımarıklıkların yüzünden gitti. Çok geçti, sen ondan beslenmeyi bıraktığında tedavi için çok geçti. Taehyung istediği şekilde yaşasın diye kendini feda etti o, bunları öğrenip üzülmemen için bana yemin bile ettirdi. Ya sen Taehyung, bunlara layık olabilmek için ne yaptın? Sana verdiğim tek görevi de kendi çıkarlarına kullanmaktan, ailemizin adını kötülemekten başka yaptığın tek bir iyi şey söyle!"

Elindeki gazeteyi suratıma şiddetle fırlattığında kendimi korumak adına bir refleks için bile hareket etmedi vücudum, pelteleşmiştim, babamın elindeki iplerim çözülmüştü sanki, artık kontrol edilmeye layık bir kukla bile değildim ben.

Jeongguk ve ben, dudak dudağa, üç gün önce, bar gecesi. Gazetenin kayda değer bir bölümü bizim için ayrılmıştı. Merak ettim, bu yozlaşmış toplumda basın yoluyla yayılması gereken birçok acil haber varken iki kişinin mahrem bir anını bu şekilde afişe etmenin amacı neydi? Peki bu fotoğrafın haber değeri var mıydı? Ben yalnızca aşk ve sevgi görüyordum, bana bu şiddeti hak ettirecek tek bir özelliği yoktu bu fotoğrafın.

"Utanmazsın sen, yıllarca koruduğum adımı böyle ucuz yerlere meze ettiğin için senden utanıyorum. Ne verdi sana? Parası mıydı gözünü bu kadar kör eden? Etrafına bak Taehyung, bana bak! Gördüklerin benim, senin. Bana bu rezilliği yaşatman için ne vadetmiş olabilir sana?"

Kulaklarımı kapattım, duymak istemiyordum. Çok ağırdı, dehşet vericiydi. Şu anların yaşanabilirliğini sorguluyordum, kalbim oluk oluk kanarken yüzleştiklerim yaralarımı daha da deşiyordu. Farkında olmadan yakıp yıkmıştım, bilinçsizce çok acıtmıştım. Karşılığı olmalıydı, cezamı çekmeliydim. Kendimi nasıl affedecektim? Annem beni affeder miydi?

to begin again | taekookWhere stories live. Discover now