🍂Gönül Rüzgarı

6.4K 595 2.1K
                                    

《Gönlüm;
Parsel parsel öğütülen buğday başağı değildir.
Beni bilmek istersen şayet;
İnciye sor,
Mercana sor,
Ha bir de güveniyorsan eğer;
Sadakat kokulu lavantalara sor beni.》

Her birimiz duvarları umutlarla süslenmiş bir hanın gönlü kırık, belki buruk, biraz da kaçık yolcularıyız. Aynı gurbet gemisinde konaklamamıza rağmen kimse kimsenin içini kemiren dertlerini, boğazına yumru gibi yapışan endişesini, kalbine taş olup oturan sırlarına bilemez. Kırgınlık, kızgınlık ya da her neyse.. Bir anda geçivereceğini beklemek zamana bırakmaktan daha da öksüz bırakıyor.

Sonra yapmacık tebessümler dolduruyor o boşluğu. Bir parça umut, milyonlarca maskenin altında yatan gemiler dolusu harabelere kulaç atıyor. Ruhu kişiliksiz kalan bedenden bir haber olan nefesler hakikatin pençesinde lâl oluyor.

Ve... Zümrüt kaplı hokkadan sızan dilsiz mürekkep, harabelere sığınmış gönülden kopan namelere diz çöküyor. Aynada yansıyan ahşap bir sarkaç, biniyor tertemiz kağıdın tepesine. Mazisi aynı ağacın dallarından kopan kader, mürekkebin şerbetinden medet umuyor. Her bir dokunuşta eriyen mazi satırların arasında deli divane... Kaybı olan kaybettiğini kendinde arıyor. Bu, bizim masalımız.

"Esma! Uğrun uğrun* nereye kaçarsın de hele bakayım!"
(habersizce)

Şalvarının önündeki fazlalığı göbeğinde toplayan Meryem, kızını elindeki ayakkabılarla merdivenin ucunda yakaladı. Kırışmaya yüz tutmuş göz kenarları, eskisi kadar tahammülü olmayan gözlerini çizgilerinde boğuyordu. Günden güne artan bu başına buyrukluğa dur demenin vakti çoktan geçmişti bile. Elindeki süpürgenin sapı kınından çıkan kılıcın sabırsızlığı ile inip kalkarken hışımla merdiven basamaklarına adımlayıverdi. Kızının palas pandıras bahçeye doğru atılmasıyla da daralan göğsünü sıvazladı.

"Oy ciğerine yıldırım düşesicenin kızı kısrağı! Seni elime geçireyim, o etlerini nasıl çintiyorum göreceksin!"

Bahçe sınırlarına çepeçevre saran ceviz ağaçlarının yanına koşan Esma, tahta kurularının mesken tuttuğu masanın arkasında bir süre eğlendi. Arkasından peşi sıra gelen annesinin simasına işleyen öfke öncekileri göre daha ürkütücüydü.

"Eh be Meryem sultan! Koca kümesi bir gecede talan eden gelincik mi kovalarsın? Ben kendimi kaybederim de sen yine beni kaybetmezsin. Neyin bedelini ödediğimi bilmek istiyorum."

Masanın etrafında dört dönen Meryem, sesini kısarak sitemvari sözlerini kızına doğrulttu.

"Ananın senin için nelere katlandığını görebilsen bu lafları edebilir miydin? Okulum da okulum! diyen sen değil misin e benim akılsız yavrum? Şu evdekileri görür müsün," diyerek eliyle çiftliği işaret etti.

"Tepemizde baykuş gibi dikilirler. Ellerine fırsat verirsen harcamak için bir an bile düşünmeyecekler. Sen kendini korumassan ben seni nasıl koruyayım Esma'm?"

Sen beni hep Allah'a emanet ederdin. Görüyorum ki artık kızını üç beş gudubetin terazisiyle tartar olmuşsun. Aksi olsa büzülecek mi sanırsın dilleri?"

Esma'nın savruk sözlerine yaka silken Meryem ellerini beline koydu. Derdi, kızının toz pembe kumlara sarılmış yüreğini sert topraklardan haberdar etmekti.

"Ama," dedi Esma, kendinden emin bir şekilde ve göğsünü dolduran nefes sonrası inatçı bakışlarını kaldırdı.

"Ben bugün yolumdan kalmayacağım anne, hele de böyle bir sebepten asla! Hem... Celil, ne zamandır beni bekler." derken bir anlığına tereddüt etti ve dilini ısırdı. Dürüstlüğüne tekme atan bu serzeniş de neyin nesiydi böyle?

RÜZGARI ARKANA ALWhere stories live. Discover now