hep aynı şarkıları farklı notalardan söyledim

435 59 9
                                    

blackbriar-my down-to-earth lover

"şarkı söylemeyi konuşmaya tercih ederim,

ve bil ki her zaman senin için şarkı söyleyeceğim.

sadece dinle. senin için şarkı söylediğimi duyabilirsin."

uzun boylu gitarist pembelere bürünmüş çocuğun koltuğunda oturuyor, son kez sözlerini gözden geçiriyordu sesli bir şekilde. yanında jay ve jake'den başkası yoktu. ki, eğer o burada olsaydı bunları dile dökemezdi. jay dudağını kıvırıp başıyla onayladı onu. kalan ikili küçük, ses geçirmez odanın dar koltuğunda birbirlerinin üstüne uzanmış, telefonla zaman öldürüyorlardı. herkes sunoo ve niki'nin neler yaşadığını biliyordu lakin sessiz kalmayı tercih ediyorlardı. kabak yine onların başına patlayacaktı eminlerdi ki. niki, çoğu zaman kendinde değildi. henüz, henüz sağlıklı bir düşünce tarzına sahip değildi acı verici bir şekilde. zihninde neler döndüğünü bir kendisi bir de sunoo biliyordu. fakat o da artık yoktu. neşeli, herkese şakalar yapan ve sürekli gülümseyen bir tipleme yerine daha sakin bir tip gelmişti. yine aynı kişiydi, evet, ama herkesin alıştığı güneş artık sönmenin eşiğindeydi.

"ben bu melodiyi sevdim, sunoo'nun yazdığı şarkıdan hemen önce sergileyebiliriz gibime geliyor. tabii, heesung ile beraber gelsinler de, iyice bakalım bir. notalar falan her şey hazır, değil mi?" jay'in dikkatsizce söylenmiş gibi gözüken sözlerine rağmen herkes oldukça ciddice onaylamıştı bile. uzun denebilecek süredir arkadaşlardı. artık neyin ne olduğunu çözebiliyorlardı.

koridordan gelen kıkırtılar sayesinde bakışlar kapıya dönerken az sonra içeriye girecek olan kişileri tahmin etmek zor değildi. üçlünün kahkahası birbirine girmiş şekilde havada uçuşurken pembe saçlarına rağmen gözlerini karartan gencin tatlı itirazları tüm binadaydı. jungwon'a söylendiğini, heesung'un da onu kızdırdığını çözmüştü bile niki çoktan.

içeriye gülerek adım atan sunoo'nun gözü hiçbir şeyi görmüyordu yüksek ihtimalle şu an. neredeyse iki büklüm olmuş, hemen koşarak jake'in kucağına atmıştı kendini. gülüşleri asla durmazken ince kombini aklını yitirmesini sağlamıştı niki'nin. kendine dikkat etmiyor, diye geçirdi içinden onu izlerken. parlayan gözlerinin kısılması ve düzgün dişlerini göstererek gülmesini özlemişti içten içe. fark etmeden iç geçirirken buldu kendini. güzeldi. hem de çok. böyle bir mücevheri kaybettiğini hâlâ kabullenemiyordu.

"...sonra sonra heesung gelip beni sepete fırlattı ve jungwon da hiç utanmadan sürmeye başladı. görevli abi sinirinden ağlayacaktı resmen!"

tüm mimiklerini kullanmaktan çekinmeyen heyecanlı beden el kol hareketleri ile jay ve jake'e anlatıyordu olayı. buraya gelmeden önce şehirdeki en büyük müzik mağazasına uğramış olmaları gerekiyordu. en azından, gruba attığı mesajda öyle yazıyordu. hâlâ niki'yi fark etmemişti. ya da öyle olmasını istemişti. görmezden gelmeye alışmıştı nasılsa. diğerleri gülerek sunoo'yu dinlerken hareket eden pembe tutamlardan alamıyordu gözlerini gitarist. yumuşacık olduklarına emin olmak istedi kendince. fakat o, onun için yasak bir meyveydi artık.

boğazını temizleyip burada olduğunu belirttiğinde herkes ona dönmüş, gülen yüzlerini stabil tutmaya çalışmışlardı. çakışan göz bebekleriyle yavaşça gülücükler solmuş, herkes toparlanmaya başlamıştı.

"yeni şarkının sözlerini düzenleyecektin sanki, bakabilir miyim?"

heesung idi konuşan. yavaş adımlarla yaklaştı niki'nin kağıtlarına. önce eline aldı, inceledi ve boğazını temizledi. yazılan her bir harf, her bir kelam, seslendirildikleri ses karşısında boyun eğdi yavaşça. odaya yayılan ballı ses herkesi sakinleştirirken sözler esir almıştı çevreyi. davulların üstüne yayılmış olan kağıtlara ilerledi sunoo usulca. kendi yazdığı her bir dizenin tam zıttı, aşkın tarafsızlığı ve asilliği anlatılıyordu. ellerini önünde birleştirip koltuğuna kurulmuş olan bedene baktı. uyarıyı alan, şu anlık sakin olan beden, ayaklandığında anında oturmuştu sunoo. önüne dizilen vuruşları kontrol ederken dizine vurarak da alışmaya çalışıyordu.

"son bir, iki, üç, dört!"

birbirine çarpan bagetlerin sesinden sonra sunoo'nun sert vuruşları duyuldu tüm odada. herkes ritim tutarak yahut eşlik ederek ona uymaya çalışırken ortaya çıkan garip ahenk gelmişti yine. grup olarak iyi olmalarının sebebi buydu işte. nerede olursa olsun, bu uyum sağlanabiliyordu aralarında. hepsi birbirlerinden o kadar farklıydı ki, buna rağmen ortaya çıkan şeyler küçük de olsa bir kitleye hitap ediyordu. baterinin biraz önünde, hep olduğu gibi hayranlıkla seyre dalan üyeler ister istemez gülümsüyorlardı birbirlerine. biliyorlardı, eğer bu fedakâr genç olmasaydı, işleri çok yaş olurdu. herkesi bir arada tutan bağlayıcı güçtü o. yüzündeki saf gülümseme ile gösterisine son verdiğinde jungwon ıslık çalmış ve her zamanki gibi flörtöz bir şekilde laf atmıştı. herkesi güldüren bu hareket bir tek niki'yi güldürmemiş, aksine germişti. şakasına da olsa bundan hoşlanmıyordu, kendine de yediremiyordu. birbirine dokunan alınları ile latifelerine devam eden ikili baterinin zillerine çarpıyor, oldukça yüksek sesli kahkahaları şenlendiriyordu. bu mutlu görüntüye dayanamayan niki, kapıyı çarparak odadan çıkmıştı. kalanlar anında sessizleşirken o burnundan soluyordu.

sunoo mutlu olmamalıydı asla. evet, mutlu olmak ona yakışmıyordu. başkasına gülmemeliydi o hariç. titremeye başlayan elleri sayesinde telefonunu tutmak zorlaşırken nefesleri de sıklaşmıştı aniden. işte, yine oluyordu.

odada kalanlar ise etrafa bakıp mutlu ifadelerini silmiş, herkes enstrümanlarının başına geçmişti. sunoo'nun yazdığı şarkı üstünde çalışmaya karar verdiler. eksik olan gitaristleri, müziğe düzensizlik sağlarken yine de yüzlerine gülücük yerleştirmeye çabalıyordu, pembe saçlı olan.

o sırada, hepsinden daha çok kemiriyordu kurtlar sunoo'nun içini. neler olduğunu bir tek o biliyor, tahmin ediyordu. omuzları düştü küçük bedenin önce, sonra da kolları tutmamaya başladı. güç isteyen davullar artık ses çıkaramazken zorladı kendini bir kez daha. bir daha ve bir daha. olmuyordu. vücuduna yayılan kara veba zararını çoktan göstermişti. sinirle iç çekti ve grup arkadaşlarına baktı önündeki. hevesli bir şekilde çalınan klavye ve gitarı görünce biraz gülümsedi. yetenekli vokalistleri ile bakıştı bir süre, ardından da günün kalanında sadece birtakım şarkı sözleri düzenledi sessizce.

preserved roses, sunkiWhere stories live. Discover now