Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde

Start from the beginning
                                    

   İki büyük tanrısı vardı Troya'nın; biri onu gündüzleri korurken diğeri gecenin yaratıklarını şehirden uzak tutardı. O zamanlarda dünya sizin bildiğiniz gibi değildi. Her tanrıyı ikiz yaratmıştı Zeus, en karanlık gecede bile birbirlerini korusunlar diye. Savaş her birini ikizinden ayırana kadar da bu böyle devam etmiş. Barış içinde görünseler de her biri kendi içinde savaşıyormuş aslında, hepsi tek olmayı arzuluyormuş.

  Ben bunları nasıl mı biliyorum çünkü bunların hepsini gördüm. Daha yaşanmadan, hepimiz ilk yaratıldığımızda ikizime sevgiyle baktığımızda bile ben onun gözlerinde kendi ölümümü gördüm. Ve bununla yaşadım çünkü mühürlü dudakların henüz açılmaması gerekiyordu.

  En azından savaş başlayana kadar.

  Gece olup da benim saltanım başladığında Apollon yorgun argın tapınağımdan içeri girdi. Troya'ya tepeden bakan tapınağımda onun gökyüzünden inmesini bekliyordum. Her zaman gösterişi sevmişti. Bu yüzden devasa kanatlarını yere inene kadar kapatmadı, güneşin son ışıklarında altın mühürleri parladı.

  Benimkinin hemen yanındaki kendi tapınağına çekilmek yerine her zaman benimkin tercih etmişti. İnsanlar tuhaftır, onları gündüzleri koruyan bir tanrıdansa gecenin bilinmezliğine hükmeden bir tanrıyı her zaman tercih etmişlerdir. Bu yüzden benim tapınağımdaki şaraplar daha kaliteli, yemişler ise daha tazeydi.

  Apollon devasa heykelimin ayak ucuna otururken kanatları gözlerden kayboldu. "Bugün güneş canıma okudu," derken bir yandan da boştaki elini bir kadeh şarap için havaya kaldırıyordu. "Bazen sana imreniyorum Rae," dedi ve elinde beliren kadehten büyük bir yudum aldı. "Tek yaptığın tapınağında oturup gökyüzüne bakmak ve kehanetleri sıralamak." Güneş gözleri parladı. "Ama bir rahipten farkın olmadığını da düşünürsek sanırım gökyüzünü tercih ederdim."

  Kibirliydi ve katlanılması zor biriydi. Bana ihanet edeceğini biliyordum ama yine de kanım onun damarlarında akıyordu. Kendimi olacağını bildiğim her şeye rağmen onu sevmekten alı koyamıyordum. Gördüklerim sadece kehanetti, gerçekleşene kadar değişebilirlerdi. Ben de öyle olmasını umuyordum, yalnızca böyle düşünerek hiçbir şey yokmuş gibi gözlerinin içine bakabilirdim.

  Tapınağımın geniş balkonuna dayanarak gökyüzüne baktım. "Zeus gelecek," dedim bu haberi onunla da paylaşarak. "Benim için bir teklifi var ama ne olduğunu göremiyorum."

  Apollon yoklukta var olan altın tastaki yemişlerden birini ağzına attı. "Demek ki sana işi düşmüş." Suratı küçümsemeyle buruştu. "Yaşlı kurdun her zaman bir planı vardır."

  Haklıydı. Zeus hiçbir zaman bir planı olmadığında bizi ziyarete gelmezdi. O geldiğinde şerri de her zaman beraberinde getirirdi. Attığı her adım bile uğursuzluğun habercisiydi.

  Zihnimi Zeus'tan uzaklaştırmak için şehrin sokaklarında yürüyen insanlara baktım. Hepsi mutlu ve geleceğin getireceği savaştan habersizdiler. Çok değil, yalnızca yirmi yıl sonra şehrin sahilleri kanla sulanmaya başlayacaktı. "Onlardan çok uzaktayız," diye hayıflandım bir tüccarın kumaşlarını toplamasını izlerken. "Onların içinde olmalıydık."

  Apollon o kadar çok güldü ki ağzındaki şarap neredeyse boğazına kaçıyordu. "İnsanların içinde mi?" Elinin tersiyle ağzını sildi ve ayağa kalktı. "Onlar bir böcekten farksız kardeşim, onlarla yaşayıp ne yapmayı planlıyorsun?"

  Apollon oturduğu yerden kalıp yanıma yaklaşırken, "Onlarla olmayı dilerdim," dedim. "Onlar bizi dualarla besliyor ama yaptığımız tek şey onların hayatlarına uzaktan müdahale etmek."

  Kardeşim omzunu omzuma vurdu. "İşin zevkli yanı da bu değil mi işte?" Yüzüklü parmaklarıyla şehirdeki bir insanın kafasını kavrar gibi yaptı. "Çok fani ve değersizler." Adamın kafasını uzaktan sıktığında adam yere düştü ve can çekişmeye başladı. "Onlara istediğimiz her şeyi yaptırabiliriz."

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now