0.6

16.5K 583 62
                                    

Evimde bir fazlalık vardı. Yıllardır kimsenin 1 saatten fazla duramadığı evimde, 1 kişi fazlalık vardı. Saatlerdir evin içinde gezip kendi kendine şarkılar söyleyerek günlerdir temizlenmeyen evi temizlemiş, şimdi de bana zorla çorba içirmeye çalışıyordu hemde kendi elleriyle. Gitsin istiyordum, gitsin ve kokusu evime daha fazla sinmesin ama aynı zamanda kalsın da istiyordum.

Dudaklarıma uzattığı kaşığı belki de 5. kez reddederken artık ikimizin de sabrı kalmamış gibiydi. Elinde birkaç damla çorba olan kaşıkla çatık kaşarla koltuğun kenarına sıkışan bedenimden içeriye ilaçları içmem için çorba içmem gerektiğini diretiyordu ama içmeyecektim. Birkaç saat önce öylesine mutfağın önünden geçerken gözüm ona takıldığı sırada o, bulduğu tencerenin içine her türden sebze atmakla meşguldü. Ek olarak burnuma vuran tavuk kokusu da hiç hoş değildi.

"Kızım hadi da, iç artık şunu. Bir gıdım bir şeysin zaten gebereceksin hastalıktan. Hem, bu kaseyi bitirirsen evinden giderim."

Gözlerimi kısıp sinirle ela gözlerine baktım. Odaya vuran güneş tam olarak gözlerine vurarken açık kahve ve yeşilin birleştiği gözleri tamamen bal rengi olmuştu. Bu gözler karşısında sinirli kalmak neredeyse imkansız geliyordu ama saatler önceki eşşek şakasını unutmamıştım. Beni korkutmuştu.

"Bu zehir gibi kokan şeyi içmeyeceğim, kendi gözümle gördüm ne bulursan attın içine. Ayrıca leş gibi tavuk kokuyor ne yaptın hem bütün tavuk hem bulyon mu attın? İçmeyeceğim."

Yüzüne muzhip bir ifade takınıp kaşığı yanındaki orta sehpahadaki tepsinin üzerine koydu. Keyifli yavaş hareketlerini izlerken o keyfilendikçe ben sinirleniyordum. Başını çevirip eğildiği yerden bana baktı, "Gitmeme dair bir şey söylememenden gitmemi istemediğini mi anlamalıyım?" dedi yüzündeki ifadeyle uyumlu yaramaz bir sesle. Hızlı bir manevrayla sırtımı yasladığım yastığı alıp suratına çarptım.

"Boş kafan sadece işine gelen şeylere çalışıyor değil mi? Kalk git artık polisi ararım yoksa."

Peş peşe yüzüne yediği darbelerden kaçmak yerine keyifle kahkaha atıp duruyordu. O kahkaha attıkça ben hırslanılıp üzerine giderek daha sert darbelerle vuruyordum. Gidecek yeri kalmayıp koltuğa uzandığı zaman dudaklarından hala keyifli kahkahaları dökülüyordu. "Kes," yüzüne vurdum. "Sesini," yaklaşıp sert olduğunu düşündüğüm bir darbe indirdim rast gele. "Gebeş" derken artık karnının üzerinde oturuyor, başına dağılan saçlarını iyice dağıtan darbeler indiriyordum ama nafileydi. Ne keyifli kahkahaları kesiliyordu ne de darbelerimden kaçmaya yönelik bir harekette bulunuyordu.

Öfkeyle yastığı suratına bastırdım, "Sus diyorum sana köpek sus! Dayak arsızı seni." diyerek yüzündeki yastığı iyice bastırdım. Şimdi kahkahaları kesilmişti ama hala daha yastığın altından konuşma sesleri geliyordu. Sesini tamamen kesmesi için yapabileceklerimi düşündüm. Suratına yastık basmak bile işe yaramazken ne yapabilirim ki? Aklıma gelen bir elimi yastıktan çekip ağır ağır aşağıya indirdim. Elimi çekmemle sesi daha net bir şekilde gelirken umursamadım, gülme sırası bendeydi.

Elim tişörtünün üzerinde bir tüyden daha hafif bir şekilde geçerek ince sayılabilecek beline kadar indim. Hala daha ara ara kahkaha atıp konuşuyordu. Son bir kez sinsi bir gülümsemeyle bakıp uzun, badem tırnaklarımı beline sapladım. Saliseler içinde sesi kesilirken doğrulacak gibi olsa da suratına baskımı arttırıp buna engel oldum. Artık kahkaha atmıyor, onu bırakmama dair tam olarak anlayamadığım şeyler söylüyordu. Kâle almadım. Bu sefer parmaklarımı büküp bir süreliğine tenini morartacak bir cimdik bıraktım beline.

Henüz elimi bile çekememiştim ki kolaylıkla doğrulup ellerimi yakalayıp belimde sabitledi. Gözleri hınzır bir şeytanın gözlerini aratırken koyu bir çam rengi almıştı. Belimde sıkı sıkıya sabitlediği ellerimi kurtulmak için çekiştirsem bile bu çabam sadece tırnaklarımın kendi tenime batmasına neden olmuştu.

"Bir daha sakın bunu yapma yaramaz kız. Yoksa kızların peşinden koştuğu kadar iyi miyim değil miyim deneyerek anlarız."

Ağzım açık kala kalırken yamuk bir gülüşle yüzüme doğru yaklaştı. Nefesi tenime işlerken gözlerini gözlerimden tek saniye ayırmadı. Ela gözleri hafızamın en ücra köşelerine bile işlenirken sadece iş birliği yapmış iki yabancı olduğumuz gerçeği kafama dank etti. Bu kadardı. İki yabancı.

Ellerimi tutuşunun gevşediğini fark edip hızla ellerinden kurtuldum. Yüzündeki gülümsemesi silinirken tepki vermesine fırsat vermeden karnından kalkıp tekli koltuğa attı eşyalara yöneldim. Ceketi, cüzdanı ve araba anahtarını tek elime toplayıp hala aval aval suratıma bakan adamın kucağına attım. "Git." dedim sadece. Yeterliydi. Fazlasına gerek yoktu. İstemediğini göre göre kalacak bir adam değildi. O beni tanımanın yanından geçmese bile ben onu az buçuk tanımıştım.

Tahmin ettiğim gibi de oldu. Birkaç saniye gözlerini kapatıp olayı sindirmek ister gibi derin nefesler aldıktan sonra bir daha gözlerime veya bana bakmadan hızla kalkıp salondan çıktı. Gözlerimde ne görmüştü bilmiyorum ama ifadesi karmaşıktı. Olduğum yerde öylece kalktığı yere bakarken çarpan kapının sesi kalbimi tekletti.

Yanımdaki tekli koltuğa oturup dizlerime sarılırken orta sehpahadaki telefonumun ekranı aydınlandı.

Kaan: senin aksine ben sana beni tanıma şansı vereceğim

Kaan: hatta istemesen bile beni tanımak zorunda kalacaksın Arya

Kaan: sandığının çok aksi biriyim

Saygılar sevgiler bir gece ansızın ani bir giriş yaptım yine.

Yazım hataları olabilir daha sonra düzenlemeye alacağım.

Nasıl buldunuz bölümü?

Kurgunun akışı hakkında neler düşünüyorsunuz?

Yorum ve oylarınızı eksik etmeyin.

PARDON | TEXTİNG Where stories live. Discover now