Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim

Start from the beginning
                                    

  Ayağa kalkıp da o korkunç suratına yakından bakınca, "Buna söz veremem," desem de yine de kaçmak için bir şey yapmadım.

  Bir plan yapmalıydım ama denizin ortasında olduğumuz düşüncesi buna engel oluyordu. Bu yüzden en mantıklı yol beni güverteye çıkartırlarsa nerede olduğumuzu anlamamdı.

  Adam beni çekiştirerek kendisiyle birlikte dar merdivenlerden çıkarttı. Güverteye çıktığımızda kürek çekenler de dahil olmak üzere geminin tüm mürettabatının rahiplerden oluştuğunu gördüm. Apollon'un bu kadar müridinin olması tehlikeliydi ve korkutucuydu.

  Nerede olduğumuzu anlamama imkan yoktu. Rahipler hiçliğin ortasında kürek çekiyor gibiydiler. Belki de çoktan ölmüştüm ve ölülerin kayıkçısı beni yeraltı dünyasına götürüyordu.

  Güneş dövmeli rahip kılıcının kabzasıyla belime dokundu. "Yere çök, tanrımız geliyor."

  Ayakta durmaya devam ederken, "O benim tanrım değil," dedim.

  Gördüğüm kehanette de olduğu gibi adeta güneşin içinden kopup geldi. Devasa kanatları bir anda güneşin önünde belirdiğinde hava birkaç saniyeliğine olsa da karardı. Bir bulut gibi gelip geçmiş ve güverteye inmişti.

  Apollon şimdi tam karşımda dikiliyordu.

  Her haliyle muhteşem her haliyle ölümcüldü.

  Tüm rahipler onu gördüklerinde başlarını kurtların kemirdiği tahtaya dayayarak eğse de karşısında dimdik durmaya devam ettim. O benim için bir hiçti.

  Altın sembollerle bezeli devasa kanatlarını kapattı, daha insansı bir forma geçiş yaptı. Güneş ışığı hala teninin üzerinden kayıp gitse de şimdi artık bir tanrıdan ziyade krala benziyordu.

  "Mara," dedi eski dostunu karşılayacak kadar içten bir tonda. "Seninle görüşmeyi dört gözle bekliyordum."

  Bana doğru yavaş adımlarla ilerlerken rahibin kılıcı hala belime dayalı olduğu için geri çekilemedim. O yürüdükçe güneş damlalar halinde kafasındaki altın defne yapraklı taca doluyordu. Ona zorla ibadet ederek geçen yıllarımı düşündüm.

  Ondan nefret ediyordum.

  Tam karşıma gelip durduğunda ellerini öne uzattı, bileklerime dolanan ipler toza dönüşerek kayboldu. "Gelinimi mutsuz etmek istemem değil mi?"

  Ağzım dehşet içinde açık kaldı. "Ben senin gelinin değilim, sana kendimi sunmadım."

  Apollon omuz silkti. "Önemsiz bir ayrıntı, tam şu anda burada sunabilirsin."

  Rahiplerden biri elime bir kadeh şarap tutuşturduğunda ne yapmaya çalıştığını anlayarak kadehi ittim, içindeki şarap dökülerek güvertenin ahşap zeminine yayıldı.

  Apollon sakince bir kadeh daha doldurmalarını işaret etti. "Ben bir tanrıyım Mara, üzerinde zor kullanmak istemiyorum."

  Kadehi zorla yeniden ellerime tutuşturduklarında anladım. O bir tanrıydı ama benim özgür irademle onu kendime sunmama ihtiyacı vardı.

  Kadehin içindeki şaraba bakarak, "Yeterince gelinin yok mu?" diye sordum.

  Tatlı tatlı gülümsediğinde midem bulandı. "Evet ama sen en özelisin." Elinin tersiyle suratımı sevdiğinde kafamı geri çektim, arkamdaki güneş dövmeli rahip kılıcı sertçe belime bastırdı. "Haydi Mara eve gitme vakti."

  Hayatım boyunca zeki olduğumun farkındaydım. Küstahtım ama zekiydim çünkü herkesin aksine ben sorguluyordum. 

  Ve yine sorguladım. Yaptığım ya da yapmadığım her şeyi zihnimin bir köşesinde tarttım.

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Where stories live. Discover now