Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın

Comenzar desde el principio
                                    

O gece birinin sahip olduğu güçleri alıp kendi ruhumda hapsedebileceğimi öğrendiğim geceydi işte. Annem sabaha kadar saçlarımı okşadı ve bana telkin verdi. Ondan aldıklarımı ve kendimde bulundurduklarımı birleştirir, akıllıca kullanırsam hayatta kalabilirdim.

Sabah olmadan hemen önce yanından ayrıldım. Ben kapıdan çıkıp gitmeden beni durdurmuş, nasır tutmuş parmaklarını dudaklarıma dayamıştı. "Dudaklar ruhların kapısıdır, bazı güçler yalnızca zorla alınır," dedikten sonra beni sıkıca kucaklayarak yolcu etmişti.

Rae'nin içinde uzayın derinlikleri barındıran siyah gözleri öfkeyle parladığında zihnime üşüşen anılarımdan sıyrıldım. "Benim ilahi sabrımın sınırlarını zorlamaya başladın ölümlü." Sesi gözlerinin aksine sakin hatta tehlikeli denebilecek kadar duygusuzdu.

Yaptığım şeyle yüzleşmeyi tercih ederek çenemi havaya kaldırdım ve onunla göz göze geldim. "Meadros'u bana geri ver."

Beyaz teni öfkeyle kızarırken yine de sesini sakin tutmayı başardı. "Kehanetlerimi bana geri ver."

Bunu nasıl yapacağım hakkında en ufak bir fikrim olmasa da bunu ona belli etmemeye kararlıydım bu yüzden bir kez daha, "Meadros," dedim. "Şimdi."

Rae'nin uzun parmakları anında bileklerime sarıldı. Tutuşu sert olmasa da yumuşak olmayacak kadar da öfkeliydi. "Benimle oyun oynama." Dilini tehditkar bir biçimde dişlerinin üzerinde gezdirdi. "Bu senin için son derece tehlikeli ve ölümcül bir oyun olur."

Ona karşılık vererek bileklerimdeki elini sıkıca tuttum. "Beni hafife alma."

"Sen sadece ölümlü bir kadınsın."

Gülümsedim, her bir kelimenin tadını çıkarak, "Ve seni iki kere oyuna getirdim," dedim.

Rae önce kahkahalarla güldü ardından beklemediğim bir şey yaparak beni belimden kavrayıp sıkıca kucakladı. Bedenim onun bedenine dayandığında tutuşundan kurtulmaya çalıştım. Elleriyle kalçamı tuttu. "Sabit dur," dedi sıkılı dişlerinin arasından. Bu haliyle vahşi bir hayvanı dizginlemeye çalışan bir kahramana benziyordu.

Rae yürümeye başladı. Her adımıyla birlikte kucağında sarsılırken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Tapınaktan çıkıp beni de kendisiyle birlikte suyun içine soktuğunda parmaklarımı kollarına geçirip amansız tutuşundan kaçmaya çalıştım. "Ne yapıyorsun, bırak beni."

Ellerinden birini serbest bırakıp çenemi tuttu, suratımı havaya kaldırıp beni ona bakmaya zorladı. "Sana en başından beri istediğin şeyi veriyorum." Büyülenmiş gibi gözlerine bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. O kadar siyah ve yoğun bakışları vardı ki göz bebeklerinin içinde yıldızların kıpırdadığına yemin edebilirdim. "Seni beraberimde götürüyordum."

Bir eli suratımda, tek eliyle beni kucaklamaya devam ederek suyun içine soktu. Zihnimin içinde ona karşı koymam gerektiğini söyleyen fırtınalar kopsa da sadece gözlerine bakabiliyordum. Bu bir efsundu, belki de ondan başka hiçbir şeyi düşünmemek için bana büyü yapmıştı.

Tüm bedenim onun bedeniyle birlikte suya daldı, Rae'nin hala kalçalarımda duran eli kıpırdadı. "Bu çok çabuk olacak."

Ben daha ne olduğunu anlamadan tamamen suyun içinde buldum kendimi. Ciğerlerimdeki nefesi dışarı verip yenisini çaresizce doldurmaya çalışmadan hemen önce sudan çıktık.

Büyük bir ihtiyaçla ağzımı açtım ve havayı ciğerlerime doldurdum. Rae beni kucağından indirse de hala bedenine yapışık tutmaya devam ediyordu.

Nerede olduğumuzu anlamaya çalışarak etrafa baktığımda nefesim kesildi. Hayatımda daha önce hiç bu kadar görkemli bir tapınak gördüğümü hatırlamıyordum. Sütunları beyaz ve kırmızıya boyanmış devasa yapı hemen önümüzde uzanıyordu. Aradaki açıklıktan Rae'nin heykelini görüyordum. Burası Rae zihnime sızdığında gördüğüm tapınak olmalıydı ama gerçeğini görmek çok daha farklı ve yoğun hissettirmişti.

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI Donde viven las historias. Descúbrelo ahora